29 Kasım 2013 Cuma

[Back to the Future 3] Umut Sarıkaya - Anarşist, Punk, Tırt

Bir aralar yazmaya giriştiğimiz ancak uykumuzun gelmesi sebebiyle o gece yazmaktan vazgeçtiğimiz Roll dergisine verilmiş, efsanevi bir Umut Sarıkaya röportajı vardı. Sonrasında derginin ilgili sayısını kaybettiğimiz için bu röportajı Back to the Future serimize istediğimiz gibi gönül rahatlığıyla ekleyememiştik bir türlü. Neyse ki; imdadımıza ekşi sözlük'ten şu entry yetişti de, en azından röportajın bir kısmını daha bu post'a ekleyebildik.


Tarihin tozlu sayfalarında 3 yıl  boyunca draft olarak kalan o röportajın bir kısmı;

R.E.M. - Losing My Religion
Umut Sarıkaya: İngilizce bilmeden, herkes bu şarkının sözlerini baştan sona sallardı. ''Ooo lay, zpigır, zpigır denyu...'' (gülüyor) Ekim'de konsere geldiklerinde, seyirciler arasında sözlerini bildiğini göstermeye çalışanlar olacak. Onlar daha çok bağıracak.

En sevdiğin Ahmet Kaya şarkısı ne?
''Ay karanlık'' galiba. ''Düşüncelerini değil ama müziğini severim'' Bazıları böyle diyor. Tersanedeki patronum ülkücüydü. Çok seviyordu Ahmet Kaya'yı. Dinlerken küfür ediyordu. Şerefsiz diyordu.(gülüyor)

Baba Zula - Pırasa
Baba Zula mı? Ben de bundan korkuyordum. (gülüyor)

Bir barda bir adam sahnedeki Baba Zula'a yanaşıp şöyle diyor: ''Biz sana niye saygı duyuyoruz ki lan? Manalı gibi, değil gibi, anlamsız şarkılar...'' Neden çizdin bu karikatürü?
Sinir olduğum için çizdim ama eskiden ''Tabutta Rövaşata''nın müziklerini çok severdim. Yıllarca dinledim ve bir noktada galiba tam da Pırasa'yı dinlerken ''Ya, acaba biz kandırılıyor muyuz?'' dedim içimden.
-------------------------------------------------------------------------
(Aşağıdaki bölüm Ekşi Sözlük'ten eklenen kısımdır)

Pink Floyd'u beyaz ve uslu mu buluyorsun?
Türkiye ile pek alakalı bir müzik yaptıklarını sanmıyorum. Buradaki solcular can derdinde, oradakiler özgürlüklerini genişletmek derdinde. İki ortam birbirinden çok farklı... Ben böyle zalim genellemeler yapabilirim, siz bakmayın bana (Gülüyor)

Pink Floyd dinlemek Türkiye'li solculara fazla sirayet etmedi mi sence?
Şehirli solcularda belki bir hayranlık vardır, ama köy kökenlilerde yoktur. Babam bilmez mesela. Pink Floyd'u sonradan Ege kasabasına yerleşecek tipte şehirli solcular dinler ancak.

Sonuçta kafası karışık bir Pink Floyd portesi çizmiş oldun. Halbuki gayet net bir şekilde "Eğitime ihtiyacımız yok" diyorlar. 
(Gülüyor) Vardır bir kafa karışıklığı, sonuçta insanoğlu. Syd Barrett yandı asıl, ona yazık oldu.

27 Kasım 2013 Çarşamba

GÜNÜN ETKİNLİĞİ | Emily Wells Babylon'da!


4 yaşında keman çalarak müzik hayatına başlayan Emily WellsIndie Folk janrını Elektronica ile birleştirip doğurduğu Folktronica tarzındaki müziğini, 27 Kasım Çarşamba gecesi, Garanti Caz Yeşili kapsamında Babylon Istanbul sahnesinde sergileyecek.

2008 yılında yayınladığı The Symphonies: Dreams Memories & Parties albümüyle tarzı seven, sevmeyen bir çok kişiden büyük beğeni toplayan, 2012 yılında yayınladığı Mama ile de bu kitlesini sağlamlaştıran Teksaslı Wells, canlı olarak kaydettiği ses döngülerini, akustik ses ve vokallerle birleştirip, sevenleriyle paylaşmaya geliyor.

Etkinlik günü kapıda bilet fiyatı:
Tam: 45 TL
İndirimli: 30 TL


24 Kasım 2013 Pazar

YENİ | The Free Licks - "Exit Plan"

photo by Berk Tarakçıoğlu 
The Free Licks, 2010 yılında Ekin Kışlalı ve bas gitarist Cem Konuk’un kurduğu bir Indie/Alternatif Rock grubu.

Davulcu Veli Erişim Meral ve hemen arkasından kayıtlar sırasında Arda Algül’ün de klavyede yerini almasıyla bugünkü kadrosuna ulaşan The Free Licks, 70’lerden günümüze Rock müziğin geçirdiği çeşitli varyasyonların “en” lerinden ilham alarak, içlerine işlemiş ve kodlanmış birikimlerini “Exit Plan” adını verdikleri, sade ve güçlü parçalardan oluşan EP’lerini 3 Aralık'ta müzikseverlerle paylaşmaya hazırlanıyor.

EP’nin ilk video klibi, çıkış parçası olan “Exit Plan” için Okşan Mete tarafından yönetildi ve hem dijital platformlarda hem de müzik kanallarında yerini almaya başladı.

Folk'un Disko'yla imtihanı / John Grant Babylon Konseri (21.11.2013)


John Grant, ilk solo albümü Queen of Denmark sonrası, 2011 yılı Salon İKSV konserinde klavye ve piyano üzerine şekillendirdiği müziğin aksine, folk rock ve elektronik seslerden oluşan daha güçlü bir sound ile sahnede 6 kişilik bir ekiple karşımızdaydı.

Hafta içi olması sebebiyle 22.00'a doğru başlayan konserde hınca hınç olmasa da yoğunluğunu yabancıların oluştuduğu hatrı sayılır bir kitle vardı. You Don't Have to ve Vietnam adlı iki "derin" parçayla başlayan konser Marz ve It Doesn't Matter gibi hissiyatlı parçalarla iyiden iyiye insanı içine çekmeyi başarıyordu.

Bir kere şunda bir anlaşalım. John Grant'in tüm hissiyatını dinleyenlerine aktarması için kimseye ihtiyacı yok! Piyanosu başında, o etkileyici sesiyle şarkılarını söylemesi bile gayet yeterli. Ancak gitar, bas, davul, klavye ve synth katkılı müziğini oluşturan 6 kişilik ekibi ile de göz dolduran bir performans sergilediği de aşikar.


Konser sırasında Marz, Where Dreams Go to Die, GMF, Sigourney Weaver, It Doesn't Matter gibi parçalarla Indie Folk sularında yüzerken Pale Gren Ghosts ve Sensitive New Age Guy gibi şarkılarda ise böbreklerimize kadar işleyen bas ve disko topu yansımalı ışık sistemiyle de kendimizi bir anda dans pistinde buluyorduk. Grant'in gerçekten hisli bir sesi var. Ancak elektronik seslerden oluşan, bol synth'li parçalarda da kendisini elektronik müzik yapan bir grubun frontman'i olarak da rahatça görebiliyorduk. Bunda da şüphesiz son albümü Pale Green Ghosts'u İzlandalı elektro-pop grubu Gus Gus'tan Biggi Veira ile yapmalarının payı da çok büyük. Aslında tüm bu elektronik hareketlerin bir arada toplandığı bir yan proje grubu oluşsa tadından yenmeyebilir. Ne dersin John?

Bu arada; sahnede yine piyano ve klavye eşliğinde seslendirdiği Caramel'e de ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Sadece ayrı bir paragraf bile kafi...

You Don't Have to
Vietnam
Marz
It Doesn't Matter
Pale Green Ghosts
Black Belt
Sigourney Weaver
Where Dreams Go to Die
GMF
Glacier
Queen of Denmark

//

Sensitive New Age Guy

Chicken Bones
Honeybear
Carame


20 Kasım 2013 Çarşamba

Bazıları Keşke Hiç Ölmese...

Babylon ve Pozitif'in kurucuları arasında yer alan Mehmet Uluğ bugün hayatını kaybetti.


Bugün müzik üzerine gerçekten konuşma imkanımız varsa, bir şeyleri tartışabiliyorsak, Birbabaindie ya da diğer oluşumlar varsa,  bugünler biraz da Mehmet Uluğ, Hakan Orman gibilerin emekleriyle var olmuştur.

Elbette insanların ölmesini istemiyoruz, ancak bazıları keşke hiç ölmese...

Yolun açık olsun Mehmet. Her şey gönlünce olsun...

VİDEO | Franz Ferdinand - "Bullet"


İskoç Indie Rock'ının yüz aklarından Franz Ferdinand, bu yıl yayımladığı Right Thoughts, Right Words, Right Action albümünden yeni bir video daha paylaştı.

"Bullet" adlı parçaya gelen video klip için hemen aşağıya baş vuruyoruz.


18 Kasım 2013 Pazartesi

Çünkü özünde Midlake var: "Antiphon"

Midlake denince akan sular durur. Her şeyi bir anda geri plana atabilirim. İlk dinlediğimde- üçüncü albümlerine denk gelir- nefes dahi aldırmamıştı grup bana. O derece Midlake'e vurulmuştum. Sonrasında memleketimize geldiler. Güzel bir konserle bizleri Midlake'e daha da aşık ettiler. Sonrasında ise 4. albüm için bizleri bekletmeye koyuldular.


4 albüm geliyor dendiğinde ise "kim bilir bizleri yine nasıl hüzünlere sokacaklar?" diyerekten kafamda deli sorular oluştu. Sonrasında bir gün öylesine bir haber geldi ki; üzülmek ne kelime, resmen kederlendim. Grubun solisti Midlake'den ayrılmıştı.

----Flashback----
Zamanında, ergenlik zamanlarımda çok sevdiğim bir grup vardı. Adı Shamrain'di bu grubun. Bilenler "To Leave" adlı aşırı depresif şarkılarıyla bilir bu grubu. Valla aşırı depresiftir. Şu an bu grup, karşıma "To Leave" ile çıksa muhtemelen bu gruba dayanamam. Ben hayatımda damarı bu kadar abartan başka bir grup bilmiyorum. Neyse Goodbye to all that adlı, aynı Midlake gibi tüm şarkıları güzel olan albümlerden birine imza attıktan sonra grubun solisti, Shamrain'den ayrıldı. Sonrasında grup yeni albüme koyuldu ama olmadı. Grup solistsiz gerçekten ruhunu kaybetti. Bambaşka bir hal aldı. Biz fanilere üzülmekten başka bir şey düşmedi.
-----------------------------------------------------

Solist gruptan ayrıldıktan sonra yine kafada deli sorular belirmeye başladı. Grubun yeni albümü nasıldı? Solist gidince yeni solist kim olacaktı? Tarz değişecek miydi? vs.

Derken grup albümle aynı adı taşıyan Antiphon adlı şarkıyı bizlerle paylaştı. Heyecanla dinlemeye koyuldum. İlk dinlediğimde "Eyvah!" Midlake'i de kaybettik galiba diye düşüncelere daldım. Hatta kendi aramızda da bayağı bir kötüledik grubu ve Antiphon adlı şarkılarını. Neyse çıkmadık candan umut  kesilmez diyerek albümü  albümü beklemeye koyulduk.

İyi ki de beklemeye koyulmuşum. Single albümü pek yansıtmıyormuş. Öncelikle tüm önyargılarımdan sıyrılarak şunu açıkça diyebilirim ki şu albümü başka bir grup yapsa, bayağı taş gibi albüm diyebilirdim ancak bu albümü yapan grup Midlake olunca ve dahası grup The Courage of Others gibi şahane bir albüm yaptıktan sonra, böylesine iyi bir albüm bile biraz kekremsi kalabiliyor.


Ama albüm hakkındaki kritiğimi diğer albümlerden bağımsız olarak yapmaya çalışacağım çünkü Antiphon'u gerçekten sevdim. Midlake bence oldukça iyi bir albüme imza atmış. Neden güzel peki? Grup böylesine dijital bir dünyada analog kalmayı becerebilmiş çünkü. Neredeyse her şarkı buram buram 70'ler kokuyor. Önceden Midlake'de Jethro Tull'ın majör etkisinden bahsederken, şimdi ise Camel etkisinden ve dahası genel anlamda 70'ler atmosferinin etkisinden bahsetmek mümkün. Her şeyiyle, her notasıyla tam anlamıyla 70'ler buram buram kokuyor albümde. Melodiler, düzenlemeler, solistin vokal performansı, hammond'lar ve hatta davul tonu bile "Ben 70'lerden günümüze geldim" arkadaş der nitelikte. Midlake bu anlamda gerçekten inanılmaz bir işi başarmış. Böylesine bir sound'u dijitalin dibine kadar battığımız bir zamanda ortaya çıkarılması gerçekten ustalık gerektiren bir müzisyenlik yeteneği olsa gerek. Provider, Ages ya da Corruption tamanen bu sulardan beslenen şarkılardan.

Albümde sadece 70'ler mi var peki? Kesinlikle hayır. Midlake de var. Bildiğimiz Midlake. Grup Midlake'in özünü elinden geldiğince korumaya çalışmış. Midlake melankolisini ellerinden geldiğince şarkılarına yedirmeye çalışmış. "It's going down" her şeyiyle ben Midlake şarkısıyım arkadaş der nitelikte. Tüm Midlake karekteristiklerini barındıran bir şarkı. The Old and The Young da yine benzer niteliklere sahip bir diğer şarkı. Vale ise 70'ler etkisiyle yapılan bir şarkı değil de, 70'lerde Midlake olsa nasıl olurdu sorusuna cevaben yapılmış bir şarkı sanki. Bence oldukça güzel, oldukça iyi bir şarkı. Garip ancak bir o kadar güzel bir deneme olmuş.

Bu kadar cümleyi nasıl toparlayacağımı bilemiyorum ancak Midlake büyük bir kan kaybını, güzel bir 70'ler stratejisiyle çözmüş. Hem tarzlarından pek uzaklaşmamışlari hem de ikinci albümlerine yakın ve benzer bir tarzda sound'a erişmişler.

Güzel olmuş mu? Oldukça güzel ancak eski Midlake'e alışanlar için Antiphon biraz handikaplı bir albüm olabilir. Fakat  zamanla bu engelin de aşılacağını düşünüyorum. Çünkü özünde Midlake var.

17 Kasım 2013 Pazar

Bu hafta John Grant dinleyeceğiz!


90'ların sonu 2000'lerin başından itibaren The Czars grubuna ses veren John Grant, 2010 yılında Midlake elemanlarıyla beraber kaydedip, ilk solo albümü olarak yayınladığı Queen of Denmark ile kariyerine tek olarak devam etmeye başladı. 16 parçadan oluşan, gayet iyi bir debut albümle solo kariyerini başlatan Grant, 2013 yılında yayınladığı son albümü Pale Green Ghosts ile birlikte de Folk camiasındaki yerini iyice belirginleştirip, "ben de buradayım" dedi.

Gözümüzü yollara koyan, dibine kadar dinginlik veren sesiyle insanı Indie Folk sularına fırlatıp atan John Grant, 21 Kasım Perşembe gecesi Babylon İstanbul sahnesinde yer alacak. Dünyanın en şık "motherfucker" diyen insanlarından olan John'u tabii ki biz de bu mutlu gününde yalnız bırakmayacağız. (bkz: GMF)

facebook.com/events/JohnGrant
biletix.com/etkinlik/JohnGrant

Bu arada; Midlake vokalinin gruptan ayrılması ve kankaları John Grant'in yayınladığı son albümüyle birlikte şu soruyu da kendi aramızda oldukça tartışır olduk.

"John Grant, Midlake'e vokal olarak geçse, aşırı güzel olmaz mıydı?"


Konser öncesi dinlencesine de aşağıdan ulaşabilirsiniz.


Adrasan'dan Kayıtlar Var: H!TCTU - Eskiz


Bağımsız müzik yapan yerli gruplarımızdan Help! The Captain Threw Up ve Eskiz, Antalya Adrasan koyu yakınlarında sadece güneş enerjisi ile gerçekleştirdikleri performanslarını ve yaşantılarını kayıt altına alıp, geçtiğimiz günlerde paylaştılar.

Keyifle izliyoruz...



facebook.com/eskiz
soundcloud.com/eskizistanbul


facebook.com/helpctu
soundcloud.com/helpthecaptainthrewup

14 Kasım 2013 Perşembe

YENİ | Nihil Piraye - "Matmazel"


2011'den beri "ses çıkaran" bir grup Nihil Piraye ve geçtiğimiz günlerde yepyeni bir de EP paylaştı bizlerle: "Matmazel"

4 parçadan oluşan, mini bir albüm bu Matmazel. Özellikle bizim gibi melankoli aşığısanız Düşlerine Dokundum ve Güneş Şarkısı'na da ekstra dikkat kesiliniz.

Nihil Piraye'yi canlı dinlemek istiyorsanız eğer aşağıdaki tarihleri de not ediniz;

20 KASIM / PEYOTE (Beyoğlu)
facebook.com/events/peyote

27 KASIM / WOODSTOCK (Kadıköy)

facebook.com/NihilPiraye
twitter.com/nihilpiraye
soundcloud.com/nihilpiraye


10 Kasım 2013 Pazar

4 Kadın / Warpaint Babylon Konseri (9 Kasım 2013)


Kış konserleri sonunda başladı. Değmeyin artık keyfime. Açılışı Moddi ile yapmıştık, sonrasında ise Warpaint ile geldi. 'Maskülen' olduğu varsayılan bir müzik dünyasında 4 kadın neler yapabilir sorusuna, 4 kadın Warpaint ile cevap verdi.  Hatta çok da güzel bir cevap bulduk. 4 kadın tüm önyargıları dün gece teker teker kırdı.

Warpaint resmen "Rock maskülen bir dünya değil ve kadınlar ise bu maskülen olduğu varsayılan dünyada, maskülen nitelikler edinen müzisyenler değil." dedi bizlere. Bu müziği cinsiyetleştirenlere bir tokat oldular sanki. Önce Jenny, sonra Theresa ve diğerleri...

Warpaint her şeyden önce sahneye inanılmaz hâkim bir grup. Her eleman enstrümanlarını sahnede çalmıyor, tam tersine o enstrümanı yaşıyor gibi. Özellikle Jenny Lee (Bass Gitarist) sahnede tam anlamıyla kendinden geçiyor. Müziğin ritmine kapıldı sanki bedeni. Sahnede müzik ve kendisi vardı. Gözlerimi ondan alamadığımı itiraf edebilirim. Diğer elemanların da benzer şekilde sahneyi yeterince iyi kullandıklarını belirtmek gerekir. Konserde gerçekten çok iyi bir performans izledik. 

Warpaint  dün geceki setlist'te bilinen çoğu şarkısını çaldı ancak öyle birkaç şarkıyı es geçti ki; hani gerçekten benim gibi Warpaint hayranlarını şaşkın bıraktı. Arkadaş; "Shadows" ve "Ashes to Ashes" bir konserin setlist'inde nasıl olmaz. Biri bunu tane tane anlatsın. Hani konserin tek falsosunun bu iki şarkının atlanması olduğunu belirtmem gerek. 


Peki neler çaldılar? 


Muhtemelen "Love Is To Die" ve "No Way Out"  setlist'e eklemeleri sebebiyle, "Shadows" ve "Ashes to Ashes"i çalmadılar. Hatta hafiften yeni albüm hakkında da bizlere birkaç ipucu verdiler ancak yine de bir daha kim bilir nerede canlı canlı izleyeceğiz diyebileceğim bir gruptan, en azından Ashes to Ashes cover'ı dinleseydik ne de güzel olurdu demek isterim. Bu kadar zırlamadan sonra, grubun özellikle yeni albümden 2 şarkı çalmasını şöyle de yorumlayabiliriz; Warpaint yeni albümde bayağı bir tarz değişikliğine gidecek gibi.  Jenny'nin yeni albümde biraz elektronik takılacağız söylemi "No Way Out" da resmen gün yüzüne çıkmış oldu. Gümbür gümbür bass hissettiğimiz bir şarkıydı No Way Out. Muhtemelen albüm kaydı daha da elektronik temelli olacaktır.

Bilinen şarkılarını bazen güzel jam'lerle uzattılar. Özellikle Elephants'ın sonundaki jam bayağı güzeldi. Elephants gibi saykodelik bir şarkıyı böylesine güzel bir jam'le süslemeleri gerçekten takdire şayen bir hareketti. Ayrıca Elephants'ı diğer performanslarına göre daha yavaş çaldılar. Böylelikle bir kez daha kalbimi kazanmış oldular. Yine Billie Holiday de grubun sahnede devleştiği şarkılardan bir diğeri oldu. Albümden daha güzel çaldıklarını belirtmem gerekir. 

Kuşkusuz ki dün gece Babylon'da 4 kadının müzikle kendinden geçişine şahit olduk. Bize bu anlara şahitlik etmek düştü. Birbirinden "güzel" bu 4 kadının sahnedeki performansının hiç bitmemesi dileğiyle.

PS: Son zamanlarda sürekli olarak kullandığım bir cümle var: "Jenny, I am in trouble." Bu dize The National'ın son albümünde yer alan "This is The Last Time" adlı şarkıda geçmektedir. Nedense çok içselleştirdim bu dizeyi. Sürekli bu dizeleri mırıldanırken buluyorum kendimi. Özellikle Jenny'e takıldım. Hayali bir karakter işte... Warpaint bass gitaristi Jenny Lee Lindberg'in de adının Jenny çıkması benim için güzel bir rastlantıya sebebiyet verdi. Kim bilir sahnede Jenny'e bu sebeple kapıldım. Hayalimin sahnede düşe gelmesiydi belki de...


7 Kasım 2013 Perşembe

Sofar Sounds: "Kızlı Erkekli Akustik Ev Konserleri"

Aylar önce bir arkadaş ortamında, kendi aramızda muhabbetini çevirdiğimiz "akustik ev konseri" olayı İstanbul'da da gerçek oluyor. Sofar Sounds yani açılımlı haliyle Songs From A Room adıyla gerçekleşecek etkinler ilk olarak Londra'da start almış ve hemen akabinde Barcelona, Berlin, Los Angeles, New York, Sao Paolo, Sydney gibi çeşitli şehirlere yayılmış.

Organizasyon kendi internet sitesi üzerinden, etkinliğin hangi ülkenin hangi şehrinde olacağını ancak 1-2 gün öncesinde duyuruyor ve konserlere ilk rezervasyon yapanlara öncelikli olarak mail atıyor. Böylece son ana kadar nerede, kimi izleyeceğinizi bilemiyorsunuz. Tek bildiğiniz halı üzerinde, ister parmak arası ister ponpon terliklerinizle ev rahatlığında farklı bir bir konser deneyimi yaşayacağınız...

Konserlerin ücretsiz olacağı etkinliklerde yemek yenmiyor, durmadan ayağa kalkı gezinilmiyor, telefonla konuşulmuyor... Ayrıca konser kayda alınıp, Sofar'ın resmi youtube hesabından paylaşılıp daha çok kişiye ulaştırılıyor.

Aralık ayında başlayacak olan Sofar Sounds İstanbul için evinizi paylaşmak ya da bir farklı bir evde çalmak isterseniz de sofaristanbul@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.

facebook.com/sofaristanbul
twitter.com/SofarIstanbul
sofarsounds.com

4 Kasım 2013 Pazartesi

Warpaint 9 Kasım'da Babylon'da!


2010 yılında çıkardıkları The Fool albümlerinden beridir hayatımızda güzelce yer etmiş olan Warpaint, 9 Kasım Cumartesi gecesi ülke topraklarında ilk kez sahne alacak. Red Hot Chili Peppers’ın eski gitaristi John Frusciante'nin desteklediği ve Wristcutters: A Love Story filmiyle de gönlümüze işlenmiş olan oyuncu Shannyn Sossamon’un da bir dönem içinde yer aldığı grup, ilk olarak albüm öncesi aynı yıl yayınladıkları Exquisite Corpse adlı EP'leri ile dikkatleri çekmişti.

Bu Cumartesi günü Babylon sahnesinde izleyeceğimiz 4 hanımdan oluşan Warpaint ayrıca ikinci albümlerini de Ocak ayı itibariyle çıkartmaya hazırlanıyor.

Warpaint konserinin kapı bilet satış fiyatı:
Tam: 45TL - Öğrenci: 35TL

Konser öncesi aşağıdaki playlisti iyi çalışırsanız, belki siz de şirinleri görebilirsiniz...

Bir Baba Indie ile kazanacaksınız!








3 Kasım 2013 Pazar

Bir Baba Indie Mix: "Ekim 2013"

Sonbahar ile birlikte, yürek burkan, iç sıkan Ekim playlistimiz ile dozu iyice artırıp, yola devam ediyoruz.

Eminiz ki; 10 parçanın 10'unun da ayrı ayrı talibi olacak. Gerisi kısfmet artık...

40 dakikalık yolculuk başlasın mı?



Diğer mix'ler için: 8tracks.com/birbabaindie 

Playlist:

01. Earlimart - Interloper
02. Autumn Owls - Patterns
03. Piers Faccini - Black Rose
04. John Grant - Where Dreams Go To Die
05. Shady Bard - Trials
06. Felicity Groom - Under Oath
07. Balthazar - The Oldest Of Sisters
08. The Trouble With Templeton - Six Months In A Cast
09. Whistle Peak - Sailor
10. JBM - Ferry

"Özgünlüğü, amuda kalkmak sanıyorlar!"


Her biten kitaptan sonra bir yenisine başlamak, yeni bir başlangıca atılmak gibi. Biten kitapların hüznünü değil, yenilerinin heyecanını duyan biriyseniz hele. Tomris Uyar'ımın Günce'sinden sonra, Ece Ayhan'ın Aynalı Denemeler'ine başladım. Sivil bir şair olarak adlandırılan Ece Ayhan'ın. Ona ait okuduğum ilk kitap. Henüz kendisini çok da iyi tanımıyorum aslında. Ama kimi cümleleriyle, bana kapısından kafamı daha da içeri sokma isteği uyandırdı. Diyordu ki: "Özgünlüğü, amuda kalkmak sanıyorlar. Oysa olduğu gibi, alçakgönüllü davranmak asıl özgünlük." Bu iki cümle aslında herkesin de bildiği iki cümle. Herkesin bilmesine rağmen herkesin uygulayamadığı, gerçekleştiremediği iki cümle.

Hayatımızın her anında özgünlük diye nitelendirdiğimiz şey var aslında. Biz bir şeylerin çok fazla etkisi altında kalmadığımız müddetçe de bizimle. Ama kimi insanlar bu kavramı hayatlarının hangi köşesine koyacaklarını bilmiyorlar. Ya da nasıl kullanacaklarından bihaberler. Ben Ece Ayhan'ın bu iki cümlesini müziğe iliştirerek düşüneyim dedim. Aklıma pek çok isim geldi tabii. Ama özgünlük kelimesinin olduğu bu cümleleri bir defa daha okurken aklıma direk "Once" filminde Glen ve Marketa'nın piyano başındaki halleri geldi. Sonrasında da filmin tüm soundtrackleri sırasıyla çaldı kafamın içinde. Gözüm kapalı bir şekilde, birkaç dakika boyunca filmi izledim zihnimde.

Özgünlük, böyle bir şeydi belki de dedim. Onların samimiyeti, hissettirdikleri özgünlüğün ta kendisiydi dedim. Müziğin içinde kaybolarak bizi de içlerine almaları, sıradanlığın içindeki duygusallık ve derinlikti onların özgünlüğü dedim. Ve sonra yine dedim ki, müzik ve edebiyat aslında ne kadar iç içe. Edebiyat ve müziğin de bir aşkı var. Ve biz bu aşk sayesinde hislerimizi derinleştirebiliyoruz. İhtiyacımız olan en önemli aşk da belki de bu dedim. Pek çok albümün içine girerek bu aşka tanık oluyoruz. Mesela, Sharon Van Etten'in Tramp albümü. Albümün içine Serpents ile girdim şaşırılmayacağı gibi. Ama en az onun kadar kapıldım diğerlerine. Özellikle, Zach Condon sesini bu güzel kadının sesine yakıştırdıysanız "We Are Fine" ile, daha bir samimi geliyor albüm size. "In Line"ı ilk dinleyişimde yaptığım yolculuğun arka fonuna çok uydurmuştum kendisini. "Serpents" her çaldığında hayatımın belirli bir dönemi canlanır zihnimde mesela.

Tüm bunlar hep samimiyet işte. Bu samimiyet hep müziğin tınısıyla hayat buluyor. Samimiyeti daha canlı kılmak için kulaklarımızın bu tınılara ihtiyacı var. Bu türden insani kavramlarımız var olduğu sürece onları canlı kılmak adına melodiler ve sözcükler de bizimle var olmalı, var olacak da.

 

1 Kasım 2013 Cuma

VIDEO | MERİVA - Hepberaberyalnız


Bir Baba Indie olarak yakından takip ettiğimiz yerli gruplardan Meriva ilk albümü ile aynı ismi taşıyan Hepberaberyalnız şarkılarına klip çekti. 

Klibin tamamında abartılı görsellerin olmaması, olabildiğince sade tutularak yalnızlık vurgusunu yakalamaları güzel olmuş. Hakikatten bir şeyi fazla koysalar işin rengi değişirmiş. Bu yüzden klip - şarkı uyumu tam olmuş diyebilirim. Kıyafetinden, mekan seçimine kadar... 

Klibin prodüktörlüğünü It Is Red üstlenmiş. It Is Red ile Meriva'nın buluşması çok iyi olmuş. It Is Red'in geçmiş çalışmalarına bakınca aslında klibin kalitesinin nereden geldiğini çok iyi anlayabiliyoruz. It Is Red daha önce Bir Zamanlar Anadolu'da, Kaybedenler Kulübü, Bizim Büyük Çaresizliğimiz ve Duman ile güzel çalışmalar yapmıştı. It Is Red'i buradan inceleyebilirsiniz.

Klibin yönetmen koltuğunda ise Bora Bekiroğlu oturuyor. It Is Red ekibinden olmasının yanısıra Can Bonomo, Avam Garde Trio ve Odylle ile çalışan bir müzisyen. Yönetmen koltuğunda müzisyenin ruh halini anlayan, hatta sıcağı sıcağına yaşayan birinin olması çok önemli bir şey. Müzisyenin ne anlattığını onun dilinden anlayıp, aynı dille cevap verebilecek kişi olması önemli bir ayrıntı.


Ayrıca klipte oyuncu olarak yer alan Hazal Kazancı'yı da Dream TV'den biliyoruz.

Klip ile ilgili diğer detayları grupla hiç konuşmadık ama buradan görünen kısmıyla üzerinde titizlikle çalışılıp, tüm detayları incelenmiş olduğu kanısına kapıldım. Gözle görülen klibin ve duyulan şarkının elbetteki en büyük emeği Meriva'ya ait ama arka plandaki isimlerin seçimi ve ortaya çıkan sonucuna bakılırsa bu buluşmalar ile Meriva, doğru seçimlerle yoluna devam ediyor.

Daha önceki yazılarımızda da belirtmiştik ve sık sık dile getiriyoruz. Meriva iyi bir grup ve kendi yaşam alanlarını korudukları sürece kiminle çalıştıkları bir yana dursun hep varlığını sürdürecektir. Yani şunu demek istiyorum; mesela bu klibi başka bir ekip çekseydi de aynı ruhu yakaladığı sürece farklı bir iş çıksa bile iyi bir iş ortaya çıkardı. Bazen ne kadar iyi şoför olursanız olun, sürdüğünüz arabanın performansına göre sizin şoförlüğünüzün kalitesi artar.

Meriva'nın Hepberaberyalnız albümü 3 Kasım'dan itibaren Babajim etiketiyle hayatımızda yerini alacak. Bizde daha önce konserlerde severek dinlediğimiz grubu evimize, arabamıza taşıyacağız. Tabi ki konserlerini ihmal etmeden. Albümün tanıtım konseri ise, 5 Kasım Salı gecesi Babylon sahnesinde gerçekleşecek.

Bu arada klipteki diğer emeği geçen isimleri de paylaşalım.

Görüntü Yönetmeni | Murat Tuncel
Sanat Yönetmeni | Afra Akgüneş
Kurgu & Renk | Umut Karaduman
Makyöz | Nuri Şekerci
Kuaför | Melis İlkkılıç

* * * 


Şarkının sözlerini de yazalım tam olsun diyerek;

Bir silah ateşlendi tam beynime
Kurşunum sunuldu gümüşten bir tepside
Komada vücudum yıkık bir hastanede
Bölünmüş tüm ruhum bin parçaya

Bir nefes uzakta

Sana bu söz
Bu sefer son 
Alkışlarınla
Sebebi çok 
Önemi yok
Hiç utanmadan
Yürümek zor 
O kadar yol
Gel yavaş yavaş
Burada hepberaberyalnız(ız)

Kilometrelerce asfalt önümde
Kavruluyor ayaklarım en sağ şeritte
Güneşten korkmasanda sıcaklığı üstünde
Yok olmuş tüm gölgen tam altında

Bir nefes uzakta

Sana bu söz
Bu sefer son 
Alkışlarınla
Sebebi çok 
Önemi yok
Hiç utanmadan
Yürümek zor 
O kadar yol
Gel yavaş yavaş
Burada hepberaberyalnız(ız)

Bir nefes uzakta

Sana bu söz
Bu sefer son 
Alkışlarınla
Sebebi çok 
Önemi yok
Utanmadan 
Yürümek zor 
O kadar yol
Gel yavaş yavaş
Burada hepberaber...


Meriva | Facebook 
Meriva | Twitter
Meriva | Offical Page