Çok klişe bir örnekle posta başlamak istiyorum. Müzikal gelişim -evrim- denen bir nane var ya hani? Çok sıradışı örnekler haricinde çoğumuz için de geçerli olan evrim.
Çok öteye gitmeyelim. Bu evrim önce yerli kaynaklı rockla başlar, sonra o sırada
Metallica denen bir grup çıkar, sonra
Nu Metal ve
Grunge ortaya çıkar, sonra gitarın sesi artar ve
Death Metal'e kayarsınız, artık müzikte kalite arıyorum diye bir anda
progresif dinlemeye koyulursunuz, sonra anlarsınız ki başınız ağrımaya başlamıştır;
70'lere kayarsınız, sonra bir bakmışsınız yaş 25'lere gelmiş, artık kulak distortion duyduğunda "aboo" tepkisi vermeye başlıyor, işte o zaman
indie ve ambient dinlemeye başlamışsınız..sonrasında
jazz, alternatif, minimal vs... diye gider.
Galiba bu evrimsel sürecin tam da indie bölümündeyiz(m). Şimdilik sıkılmadık(m). Güzel gidiyor ama biliyoruz(m) ki her canlı fani gibi jazz ya da alternatif bir şeylere döneceğiz(m). Şu an geldiğim noktada bazı zamanlar oluyor ki hayatımda, geçmiş beni çekiyor. Nasıl eski sevgiliyi deliler gibi özlersin ya bazen, onun gibi bir anda geçmişimin müziğine dönüş yapabiliyorum. Bazen canım sıkılıyor ve distortion arıyorum, kulak zarım iflas etmesine rağmen.
İşte tam da o zamanlarda, eskiden dinlediğim gruplar tekrar gün yüzüne çıkıyor. Bu tanıma en çok uyan grubum
Alter Bridge idi. Gerçekten çok sağlam bir prodüksiyona ve müzikaliteye sahip bir grup Alter Bridge. Ancak geçmişimde fazla alternatifi olmadığı için, bazen Alter Bridge'i dinlemek bana yetmiyordu. Yeni kaliteli işler ararken, karşıma bir anda Stone Sour çıktı.
Stone Sour'u önceden dinlemiştim. Artık müzikal evrimimin hangi zamanında denk geldi bilmiyorum ama dinlediğim zamanlar bir türlü gruba alışamadım. Sonra İstanbul'a geldiler, tekrar dinlediğimde "Aaa (bir arkadaşa gönderme var), güzelmiş lan Stone Sour" demiştim. Sonrasında yeni albüm çıkardılar ve Milliyetçi Hareket partisinin 40. yılı kutlu olsun!
Evet, cümleyi
Stone Sour'a biraz zor getirdim ama bazen indie janrı haricinde başka müzikal tarzlardan müzisyenleri yazdığımda, ister istemez blogun isminden dolayı bir korku kaplıyor içimi. Bunu sürekli tartışıyoruz zaten. İşte bu sebeple, neden bazen farklı müzikal yazdığımızı anlatmak istedim.
Her neyse
Stone Sour'a geçecek olursak,
Audio Secrecy adındaki yeni albümlerini yayınladı grup. Malum olmayan yerlerden albümü indirdik ve dinledik. Hani şöyle diyeyim, uzun zamandır bu kadar doyurucu bir albümle karşılaşmamıştım. Albüm öncelikle çok enerjik ve sert bir albüm. Daha önce stone sour dinleyenler varsa,bu albüm öncekilere göre çok sert gelecektir.
Başlangıçta boşuna Alter Bridge'den bahsetmedim dostlar, şöyle ki Stone Sour yememiş, içmemiş
Alter Bridge'ın müzikal yapısını kendi müziklerine aktarmışlar. Albümü dinlerken, Alter Bridge'e çok benziyor bu demekten kendimi alamadım. Peki neden benziyor diye soracak olursanız?
1- Kullanılan ikinci gitarların (özel bir terimi varsa bilmiyorum) müziğe kattığı dinamizm
2- Solistlerin aşmış performansı -İki solistin sesi de çok güzel-
3- Müzikal alt yapıların nerdeyse birbirinin kopyası olması
4- Kullanılan sound birbirine benzemesi
Peki bu durumda, son albümden yola çıkarak aralarındaki fark ne derseniz?
Alter Bridge Modern Hard Rock icra ederken,
Stone Sour biraz daha progresif sularda.
Neyse özetlemek gerekirse, Stone sour'un yeni albümü olmuş ancak kopya çekmişler. Başarıyla çekmişler . Çünkü çektikleri kopyaya kendi niteliklerini koyup, şimdilik kopya çektikleri adamdan daha iyi not almışlar. Bakalım Alter Bridge'ın yeni albümü nasıl olacak. Onlar da yoldalar.