31 Mayıs 2012 Perşembe

Metric'in yeni albümü "Synthetica” paylaşımda!

30 Haziran'da Kilyos Solar Beach'te izleyebileceğimiz Metric yeni albümü Synthetica'nın tamamını paylaşıma açtı.

10 parçadan oluşan yeni Metric albümünü festival öncesi iyice sindirmek için şuraya tık tıklayabilirsiniz.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

ALBUM | ME - "Another Story High"

Benim için bir grubu keşfetmek ve beğenmek arasında çok ince bir ayrıntı vardır. Denk geldiğim grubun ilk şarkısı güzelse; bu, o grubu keşfetme anlamı taşır. Eğer dinlediğim ikinci şarkı da güzelse,  grup epeyce iyiymiş derim. Eğer üçüncü şarkı da güzelse, artık yapılacak bir şey yoktur, bu grubun albümlerini aramaya koyulur ve hemen indiririm. Saka şaka, ITunes'tan satın alırım.

[Me]'yi keşfettiğim zamanlarda, bu pratik süreç aynen gerçekleşti. İlk şarkı güzeldi, ikinci şarkı hem güzel hem daha vurucuydu. Üçüncü şarkı ise yine güzeldi. Artık albümü ITunes' dan satın almamak için hiç bir sebep yoktu... Evet, yaptım gerçekten. Hayaldi, gerçek oldu.  

Son zamanlarda keşfettiğim en iyi gruplardan biri Me (Artık böyle yazacağım, kusura bakmayın), hatta en hırçını, en enerjiği, en güzel melodilere sahip olanı ve  daha çoğu kuşkusuz...

Me'yi ilk dinlediğimde, ağzımdan çıkan ilk cümle, "Muse'u çok andırıyor ama güzelmiş" olmuştu. İkinci şarkı bittiğinde ise "Muse andırıyor ama Muse'dan çok daha iyi" dedim. Üçüncü şarkı bitiminde ise "Bunların Muse ile alakası yok" demekle yetindim. Ayrı bir tadı var Me'nin. Her şeyden önce çok enerjik ve melodikler ve bu melodik olma durumu kekremsi bir tat bırakmıyor kesinlikle. Zorlama bir melodiklik değil,  her şarkıda muhakkak sizi saran, mırıldanmaktan usanmayacağınız güzel melodiler var. Bu güzel melodiler sizi sarıp sarmalıyor.

Her şeyden önce Me çok iyi bir soliste sahip, biraz Jeff Buckley'i, biraz Freddie Mercury (çok az) hatta şarkılardaki vurgu sebebiyle de biraz Brian Molko'yu da andıran bir vokal ama daha neşeli bu adam, hatta biraz fazla enerjik. Bu grubun şarkılarıyla oldukça iyi bir ahenk oluşturuyor kuşkusuz.

Şarkıların bu kadar enerjik olma sebebi sanırım kullanılan riff'ler ve şarkıların anlık gel-git'leri. Bu durum aslında Me'nin progresif yanını da gösteriyor bir bakıma. İşte bu noktada kullanılan riff'lere ayrı bir parantez açmak istiyorum. Albümde kullanılan riff'ler o kadar sağlam ve bu riffler "gel git" süreçlerini öylesine iyi destekliyor ki bazen riff'ler ana melodinin bile önüne geçebiliyor. Gitarist yazdığı riff'ler ile derin bir saygıyı hak ediyor kuşkusuz. [Editör Notu: Yazar burada bir paragraf içerisinde en fazla ne kadar "riff" denebilir denemesi yapıyor. :)]

Güzel melodiler, güzel bir vokal ve güzel riff'ler ile donanmış bu güzel grubu kaçırmayın, es geçmeyin derim...



SirenFest | Bir-İki-Üç Haziran

SirenFest @Kilyos-Baykuş Plajı / 1-2-3 Haziran

Yaz ayları ve o güzel yaz günleri nerede bilmiyoruz. Belki SirenFest Haziran'ın ilk günlerinde, o günleri geri getirir. Kilyos, Baykuş Plajı'nda aynı zamanda İstanbul'un ilk Reggae festivali olan SirenFest, uzun bir beklemenin ardından tekrar yapılacak. İyi olacak, güzel olacak. 

Jamaika ayağımıza geliyor. Festivalde sadece müzik değil, aynı zamanda Jamaika'ya özgü yemekler, içecekler de olacağını öğrendik. Her açıdan keyifli geçecek bir festivalimiz daha var.

Umarız devamı gelir...

Bu arada biletler de satışa çıktı.

TEK GÜN : 30 TL
KOMBİNE : 50 TL (2 veya 3 gün)

Tek günlük bilet almak için

25 Mayıs 2012 Cuma

Babylon Soundgarden: "Festival sezonu başlıyor!"

Veee bir festival sezonu daha 26 Mayıs Cumartesi günü, geçtiğimiz sene Çeşme'de ilki gerçekleşen Babylon Soundgarden'ın bu sene ilk ayağı olarak İstanbul Parkorman'a taşınmasıyla birlikte açılıyor.

The Parov Stelar Band, Oi Va Voi, Caravan Palace, Büyük Ev Ablukada, 123, Hayvansaray, Oldies But Goldies, Club Bangkok gibi bir çok oluşumun yanında gün boyu birçok farklı aktiviteyle de bu seneki festival açılışımızı yapıyoruz.

facebook.com/babylonsoundgarden
twitter.com/soundgardeninfo
biletix.com/soundgarden

Bu da festivale gitmeden önce dinlemen için;


22 Mayıs 2012 Salı

Leftover Cuties - Yazlık grup aranıyor!

Kahrolası yaz yine geldi. Sıcak, ter, koku ve telaş içerisinde şehir kaosu daha da çekilmez hale geliyor ... 
İnsan bu zaman diliminde yaşamaktan nefret ediyor, ne güzeldi kış oysa. En azından, müzik ile kişisel ilişkisi olanlar için  kış daha anlamlıydı 
Kış yolunu gözlüyorum. Şimdiden özledim seni.

Yazlık grup arıyorum. Oldukça açık bir ilandır bu. Yaz grubu nasıl olur hiç bir fikrim yok, sadece müzikle kişisel olan ilişkime bu aylarda da devam etmek istiyorum. Nedir beklentim?


Biraz hareketli ve melodik şarkılar. Solistin (eğer varsa) sesinin de dinlenebilir düzeyde olması. Fazla beklentim yok aslında, değil mi dostlar?

Bu beklentilerimi karşılayan bir grup var, adı Leftover Cuties. Yazlık grubu mu Leftover Cuties? İnanın hiç bilgim yok, sadece beklentilerimi karşılıyor. Leftover Cuties, az da olsa esen rüzgara, güzel notalarla eşlik ediyor. 

Melodik bir grup Leftover Cuties, ortalığı çok bulandırmadan, saf bir şekilde hikayesini anlatıyor. Oldukça güzel sesli bir soliste sahip hatta. Bunca zaman böyle bir solistin arka planda kalması da yeterince enteresan. Blues, folk ve jazz karışımı arayanlar için oldukça ideal olan Leftover Cuties, yaz aylarında ara sıra esen rüzgar gibi oldukça değerli ve güzel... Kışa özlem belki de..

Dinleyiniz bu güzel duo'yu, yaz ayları için oldukça ideal.





21 Mayıs 2012 Pazartesi

Uraz Kıvaner: Müzisyene Kalkan El!

Uraz Kıvaner

İki gün önce Twitter'da "İstanbull Jazz Center" sahibi Aytek Şermet'in, Caz Piyanisti Uraz Kıvaner'i darp ettiği yönünde bir haberle karşılaştım. Hürriyet Gazetesi yazarı Barış Akpolat bu olayı köşesine "Sağır Sultan" başlığı ile taşıyarak bir çok kişiyi bu durumdan haberdar etti.

Aylar önce Serbest (Serbest Müzisyenler ve Yapımcılar Derneği) kurulduğunda çok sevinmiştim. Çünkü; Türkiye'de belkide Dünya'nın bir çok ülkesinde Müzisyenleri ekonomik açıdan koruyan, kollayan, hakkını arayan bir sistemin, kanunun olmamasına çözüm bulunabileceğini, en azından mücadele edilebileceğini düşündüm. Derneğin bu konularda aktif olarak hareket edebilmesi, Müzisyenlerin haklarının korunması hakkında sağlam adımlar atabilmesi için bu olaya ön ayak olması gerekiyordu. Öyle de yaparak bu olayın en büyük destekçisi oldular. İçindeki bir çok müzisyenin de desteği ile..

Serbest tek başına bir güç değil. Bu yüzden biz, Bir Baba Indie olarak, müzik konuştuğumuz bu sayfalarda, olaya sessiz kalmamız mümkün olayacaktır. Uraz Kıvaner'e kalkan elin, bütün müzisyenlere kalktığını kabul ediyor; İstanbul Cazz Center'ı ve Aytek Şermet'i kınıyoruz. Diğer müzik bloglarından da aynı reaksiyonu göstermesini temenni ediyoruz.

Bütün bu gelinen noktanın, hatta Serbest'in kurulma sebeplerinde bile bu boşluğun olduğunu düşünüyorum.

- Müzisyenler, yeni kurdukları grupların şarkılarını tanıtırken neden "bedelsiz" olarak sahne almaya razı oluyorlar? Bazı mekanlar 1-2 bira karşılığında, o müzisyenleri sahne almaya nasıl kolay ikna edebiliyorlar? Mekan sahiplerinin elde ettiği geliri, ona kazandıran insanlarla %1'i bile paylaşmama pazarlığını nasıl yapabiliyorlar? Mekan sahiplerinin, müzisyenlerin bu zaafiyetinden yararlanması sizce ne kadar etik?

- Bazı "organiztör" adı altındaki insanlar, bu genç müzisyenleri belli bir kota ile bilet satma karşılığında x mekanda çıkabileceklerini taahhüt ediyorlar. Kotanın üzerinde sattıkları bilet için minik bir meblağ ödeme yapabileceklerini söyleyerek, daracık sahnelerde, kötü ekipmanlarla, hiç bir saygı göstermeden bu insanlara sahne aldırıyorlar. Bu insanlar o an satılan bileti mi düşünmeli; yoksa sahne performansını mı? Mekan sahiplerinin bu "organizatör" adı altında iş yapan insanları beslemesi ve arka planda kalması  etik mi?

- Maalesef çok takdir ettiğim ve beğendiğim mekanlarda bile ücret politikasında ciddi problemler var. Eğer grubunuz veya isminiz tanınır değilse aldığınız meblağ sizin popülaritenize göre değişiklik gösteriyor. İş sanattan, müzikten çıkarak çıkar ilişkisine dönüşüyor. Bu kısımda şarkılarınızın mükemmel olmasının, sizin gelecek vaat etmenizin hiç bir önemi kalmıyor. Minimum 10 şarkı için harcanan emek, yapılan masraflar (kayıt, prova ücreti, ekipman ücreti, ekipman bakım-onarım ücreti), zaman gibi faktörler hiçbir mekan sahibinin umurunda olmuyor. Aldığınız para, satılan bilet ve popülaritenize göre değişiklik gösteriyor. Elbette  mekan sahibi işin ticari boyutunu düşünmeli; fakat orada sahnede emek harcayan, hayalleri olan insanların onuruna, emeğine de göz dikmemeli, karşılığını vermeli.

- Sırf o mekana tekrar çıkabilmek ve mekana dinleyici çekebilmek için kendi şarkılarını çalmaya korkan, kaygı duyan ve trend olan cover şarkıları, tarzları çalmaya mecbur edilen müzisyenlerin getirildiği noktanın sebebi müzisyenlerin kabahati midir, yoksa mekan sahiplerinin yarattığı ticari kaos ve kaygılar mıdır?

- Dinleyenlerin ve mekan sahiplerinin gözünde müzisyenleri "kralın önündeki soytarı" yapan olguyu oluşturan kimlerdir? "Biz buraya eğlenmeye geldik"diyen insanların beklentisine "evet dinleyici haklı" diyen mekan sahipleri, cebine girecek 3-5 liranın, sattığı biranın peşinde olması saygısızlık değil midir?

- Daha fazla yerde sahne almak, festivallerde, bahar şenliklerinde çalmak, yaptığı işin karşılığını almak ve hayatını müzik ile geçindiren insanlara "referans" adı altında "albüm yapma zorunluluğu" algısını oluşturan zihniyet nedir? Bir müzisyen kendini daha kaliteli yerlerde, daha iyi sahnelerde ve iyi ekipmanlarla eserlerini paylaşabilmesi için albüm şartı koşulan bir ortamda hangi müzikten bahsedilebilir? Bir albümün kaydedilme aşamalarının maddi-manevi zorluğunu, harcanan meblağların ve emeklerin karşılığını hangi mekan, ne kadar zamanda geri döndürebilir? Ya da daha vahim bir durumdan bahsedeyim. Bu işe devasal ödemeler yapacak kadar gücü olmayan müzisyenlerin sonunu hazırlayan sistemin savunucuları, günahlarını nasıl affettirebilir?

- Yarışmaların var olma sebepleri, müzisyenler için ne ifade ediyor? Hiç düşündünüz mü? Daha tanınır olmak, daha iyi mekanlarda çıkmak, eserlerini hedef kitlesine ulaştırmak. Yarışmalardan nemalanan mekanların, şirketlerin varlığı için yarışmalar ne ifade ediyor? Sırtını sponsorluk anlaşmasına dayararak kâr politikası güden mekan sahiplerini hiç sorguladınız mı? Aylarca süren organizasyonlar ile yapılan reklam faaliyetleri ile satılan ürünlerden edilen kârları hiç sorguladınız mı? Bu kazanılan kârların kaçta kaçı, hangi vaatlerle müzisyenlerle paylaşıldı biliyor musunuz? Hatta bazı yarışmalarda yazılı, kanunen sınırları çizilmiş sözleşmelerle müzisyenleri ve eserlerini kendisine bağlayan oluşumların varlığından haberdar mısınız?

Bu maddeleri uzattıkça uzatırım. Burada kalkıp kimseye ajitasyon yapma gibi bir derdimiz yok. Gelinen noktanın son noktası Uraz Kıvaner'e kalkan eldir. Bu duruma gelmesi için o elin kalkmasına gerek yoktu; fakat kabuk tutan yarayı kanatmaya yetti o kalkan el.

Müzisyenler hatta tüm sanatçılar eserlerini bu yukarıda saydığım şeylere takılmadan, özgürce paylaşabilmelidir. Kaç tane müzisyenin sistem uğruna benliğinden vazgeçtiğini, kaybolup gittiğini saymaya kalksak, haftalarca sürer.

Şu an hayatını sadece müzisyen olarak yaşamak isteyen ve çok büyük zenginlik hayalleri kurmayan çok büyük bir kitle var. Bu insanlar sağda-solda hiçbir kariyer hedefi olmadan, alakaları olmayan meslekler icra ediyorlar. Tek dertleri tünelde bir müzik dükkanın vitrininde gördüğü gitarı almak, iyi bir distorsion pedalına sahip olmak, iyi bir zil setini davuluna eklemek olan insanlardır. Ses Kayıt ve Prova Stüdyolarının doluluk saatlerini arayın sorun. Haftaiçi gündüz sadece liseye giden müzisyenler oluştururken; saat 6'dan sonra işten çıkıp giden insanlarla doludur. Haftaiçi 6'dan sonra, sırtında ekipmanı koşa koşa provaya giden bir çok insan görürsünüz. Hal böyle iken bu insanların bu işi karşılıksız dahi yapmaya razı olduklarını, müzisyen olabilmek ve hayatını böyle idame ettirebilmek için türlü fedakarlıklar yaptıklarına şahit olabilirsiniz; ve maalesef bu durumun farkında olmayan zihinlerin körelmiş ruhları, duyarsızlığı ve para kazanma egoları oldukça korkutucu boyutta olması ayrı meseledir.

Bu yazı bittiğinde en yakınınızdaki insana "Müzik iyidir. Yapma demiyorum, hobi olarak yine yap" esprisini yapın. Baya komik olacaktır.

Uraz Kıvaner'in yaşadığı talihsiz ve ahlaksızca olayı, Bir Baba Indie olarak genişletme taraftarıyız. Meselenin "İstanbul Jazz Center'ı boykot" etmekten öteye geçmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Hakkı yenen, çıkar ilişkilerinin ortasında kalıp yara alan tüm müzisyenler adına her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu bildirmek isteriz.

Bir Baba Indie adına;

Mehmet Sinan Güvenç



(...)



Uraz Kıvaner ve Buster Willams Olayına İlişkin Kaynaklar ve Serbest Facebook Sayfası
http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/20578828.asp
http://www.palstation106.com/haber/525/istanbuldaki_caz_konseri_olayli_bitti.html
http://www.facebook.com/serbestmyd


20 Mayıs 2012 Pazar

2. Be "The Band" Müzik Yarışması başlıyor!

Geçtiğimiz sene Neyse, Vera gibi grupları bizlerle buluşturan, Babajım Records ve Radyo Eksen işbirliği ile düzenlenen Be The Band yarışmasının 2.'si için başvurular 1 Haziran-31 Ağustos tarihleri arasında yapılacak.

Alternatif/Indie müziğin bu seneki yeni yıldız adayları ise, başvurularını turkcellmuzik.com/betheband adresinden yapabilecek.

Bu seneki jüri de ise; Harun Tekin (mor ve ötesi), Kaan Sezyum (Köşe yazarı, mizah yazarı, müzisyen), Eray Aytimur (Müzik yazarı, radyo müzik direktörü), Alp Turaç (Ses teknisyeni, Babajim Istanbul Studios), Reuben de Lautour (Prodüktör, Babajim Istanbul Studios) Mehmet Eskihancılar (Babajim Records), Gülşah Güray ( Genel Yayın Yönetmeni, Radyo Eksen), Şafak Ongan (Genel Yayın Yönetmeni, Dream TV), Hakan Aydın ( Bilgi ve Eğlence Servisi Müdürü, Turkcell Müzik), Martin Kleinbreuer (Sanatçı ve Basın İlişkileri Müdürü, Yamaha Music Europe) ve Işıl Kılkış (Etkinlik ve Pazarlama İletişimi Yöneticisi, Babylon) gibi isimler yer alacak.





17 Mayıs 2012 Perşembe

Büyük Çatışma: Sanatçılar ve Toplumlar

Fazıl Say
Hıncal Uluç hakkında herhangi bir düşüncem yok. Nötr hissiyatlara sahibim. 16 Mayıs 2012, Sabah Gazetesindeki köşe yazısında "Git Fazıl git!" başlıklı bir yazı paylaştı. Yazıda Fazıl Say'ın son dönemlerde gündemi müzisyenliğinden ziyade, sosyal medya üzerinden sivri çıkışlarıyla ön planda olmasını ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile arasındaki diyaloglarına atıfta bulunarak Fazıl Say'ı savunuyor; ya da onun üzerinden diğer tüm sanatçıları anlamamızı istiyor.
Sanatçıyı anlayacaksınız.. Onun kafası bizimkinden çok farklı.. Onun için yaratıcı zaten..Babam "Delilikle deha arasında bir saç kılı kadar ince fark var" derdi..Bakın tarihteki büyük sanatçılara.. Neler demişler, neler yapmışlar, nasıl yaşamışlar?..Bizim ölçümüzle "Normal"e rastlayamazsınız.. Normal olsalar bizim gibi oturur, laf üretirlerdi.. 

Gazetedeki yazıda Hıncal Uluç'un üzerinde durduğu konunun temeli budur. Sanatçıların dünyaya bakış açıları ile sanat ile ilgilenmeyen veya kendini sanattan uzak tutan, o dünyadan soyutlayan insanların bakış açısı birbirinden çok farklıdır. 

Daha önce Alain de Botton'ın Görmek ve Fark Etmek kitabından bir alıntı yaparak örnek vermiştim. Tekrar o düşüncenin üzerinden geçmek istiyorum. Alain de Botton, ressam olan ile olmayan insanı özetliyordu. Ressamların ağaçların, çiçeklerin vs. bulunduğu bir yerde ressamların çevreyi tüm detaylarıyla inceleyebildiğini, hiçbir detayı atlamadığından bahsediyor. Herhangi bir insanın ise o görüntü için "Evet çok güzel yeşillik, ağaç falan" diyerek sıradanlaştırdığını söylüyor. (Kitapta geçen paragraf tam olarak böyle değil)

Alain de Botton'ı anlamak için Jan Vermeer'in resimlerini inceleyebilirsiniz. Örneğin; "Lady Standing at a Virginal" resmindeki detaylara bakalım.

Jan Vermeer - Lady Standing at a Virginal
*3,660x4,189 olarak incelemek için tıklayın. 

Gün içinde bir sürü mekana girip, çıkıyoruz. Hangi girip çıktığımız yerin detaylarını merak edip inceliyoruz. Çalıştığımız yerleri düşündüğümüzde etrafımızda gördüğümüz şeylerin algısı beynimizde oluşuyor mu? Hayır oluşmuyor. Hoş koca bir gökdelende bizim için oluşacak şey kocaman bir hiçtir. Belki de bu yüzden gösterişli mimarilerin altında ezilen güzel şeyleri görmezden geliyoruz. 

Alain de Botton'ın değindiği konuya dönersek; resimde inanılmaz detaylar var. Resmin sol alt köşesinde, yerin duvarla kesiştiği yerlerdeki işlemeler, fügürler tamamen o detayı görmekle ilgilidir. Jan Vermeer sadece piyanist kadını çizer ve etrafındaki detayların üzerinden hızlıca geçerek resme son fırçayı vurabilirdi. Jan Vermeer'i bana göre bir çok isimden üstte tutan şey bu detaydır. Jan Vermeer, bu işin üzerine o kadar çok eğilmiştir ki, tablo içinde üç adet farklı tablo yapmıştır. Resimdeki diğer bir detay ise camdan evin içine gölgelerdir. Resmi belkide en gerçekçi kılan şeyde bu gölgelerdir. Cam kenarından gölgelerin geçmesine izin verip orada bırakmamış Jan Vermeer; sandalyenin üzerinde oluşan gölge ve sandalyenin raptiyelerine varana kadar inceleyerek bunu resme aktarmış. Hatta yine 'normal şartlarda' gözden kaçacak bir detay daha var resimde. Sandalye ve Piyano'nun arasında kalan ve en başta bahsettiğim yer ile duvarın birleştiği noktadaki figürler çok net bir şekilde sandalyenin üzerinde de devam ediyor.

Jan Vermeer örneği; Alain de Botton'ın Görmek ve Fark Etmek kitabındaki düşüncesinin doğruluğunu net bir şekilde kanıtlıyor; ve tabi Hıncal Uluç'un, Fazıl Say ile ilgili düşüncelerini aktarırken söylediği cümlelerin doğruluğunu da kanıtlıyor. 

Bu yüzden Fazıl Say'ı ya da herhangi bir sanatçıyı eleştirirken, herhangi bir insanı eleştirdiğimizden farklı yaklaşmalıyız. Bu sadece sanatçıların dünyaya bıraktıkları eserler ve yıllar sonra algılanmasıyla alakalı değil; aynı zamanda sanatçıların kendi içinde bir kaç farklı senaryo ile düşünebilmeleri ile alakalıdır. Jan Vermeer gibi raptiyenin parlaklığı, gölgenin değdiği her noktayı düşünebilmesi ile alakalıdır. Bu yüzden söz konusu eleştiriyi çözümlemek için bu iki insan arasındaki farkı doğru algılamakta fayda olacaktır. 

Prof. Dr. Şafak Ural
Bu düşünceler üzerine düşünürken, dün akşam Twitter'da Birbabaindie'ye görünmeyen bir katkı ve destek sağlayan Gizem Satıroğlu, Prof. Dr. Şafak Ural'dan bir yazıyı retweetledi. Prof. Dr. Şafak Ural diyor ki;

"Duyguların sanat yoluyla ifade edilmediği yerde kavga vardır. Herkes kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanır."

Bu cümle konuştuğumuz konunun önemli bir kısmını oluşturuyor. Şunu belirtmek gerekir. Sanatçı olmayan ya da bu şekilde sanatla ilgilenmeyen insan ahlaksızdır, geri kafalıdır demek asla değildir. Sadece sanatçı olmayan ya da sanatla ilgilenmeyen insanlar ile sanatçı olan insanların arasındaki diyaloglarda sürekli bir çatışma vardır. Fazıl Say ve ona saldıran tüm insanların arasında geçen diyaloglarda bunun örneğidir. 

Bu tür saldırı durumunda iki insan arasında dev duvarlar örülüyor; fakat bu duvarın sahibi kesinlikle sanatçı olmuyor. Karşı taraf bu duvarı yıkmadığı sürece bu çatışmanın boyutu çok büyük ahlaksızlıklara kadar gidiyor. Hıncal Uluç'un da bahsettiği, Fazıl Say'ın dudak özrü ile alay edecek kadar ahlaksızlaştırıyor. 

Toplum her zaman kendinden olmayanı dışlamıştır. Onu anlamak, sindirmek yerine her zaman onu çemberin dışında tutarak yanına sokmamıştır. Onu yanına almak, herhangi bir düşünce üzerinde fikirlerini dinlemek yerine hem söz ile hem fiziksel olarak ahlaksızlıklar doğurmuştur. Bu şuna benzer; Anarşi, kimi insanlar için sadece devlete karşı çıkan bir grup insan tepkisidir. Kimse anarşinin özünü sorgulamaz. Söz konusu tek şey kendi düşüncesini savunan ve temsil eden devlete karşı, karşıt bir düşüncenin oluşmasıdır. Buradaki en vahim şey kendi savunduğu düzenin içerisindeki düşüncelerin "hatasız" olduğuna inanmasıdır. 

Samuel Beckett
Sanata ve sanatçıya bu kadar anlamlar ve misyonlar yüklemek yerinde bir hareket olabilir; fakat Beckett'e de kulak vermek gerekir. Leo Bersani ve Ulysse Dutoit'in ortak kaleme aldığı Fakir Sanat, Beckett, Rothko, Resnais kitabında şöyle bir paragraf var. 

Sana söyleyecek çok az şeyim var (belki de hiçbir şeyim yok); sana gösterecek çok az şeyim var (belki de hiçbir şeyim yok). Bunu başka türlü ifade edersek; Yapıtımın otoritesi yok. Ondan hiçbir şey öğrenemeyeceksin; ondan hiçbir ahlaki kazanç sağlayamayacaksın; hatta yaşamın değerini, sanatçının sana sağlama yükümlülüğü olduğuna inandırıldığın sevinçle ya da üstün zevkle artıramayacaksın. 


Kitaptaki alıntıda da bahsedildiği üzere, yapıtlar her zaman için topluma bir şeyler vermek zorunda değildir. Burada, sanatçının, kendi iç dünyasından ürettiği yapıt ile arasındaki 'iyi anlamdaki bencilliğinin' vurgusu vardır. 

İşin esasında misyonların eşit miktarda insanlara dağıtılması esastır. Sanatçıyı bir konu üzerinde fikir beyan etmekten kaçıran, toplumun ta kendisidir. Bu en basit anlamda Türk toplumunda bir erkeğin küpe takmasıyla eş değerdir. Eğer küpe takarsanız, homofobinin, sadece 'homo'sunu bilen ve bir argodan öteye algılamayan insanlar tarafından doğrudan ya da dolaylı yollarda eleştirilir hatta çoğu zaman hakarete uğrarsınız. Bu insanlarla bir şeyleri tartışmak, ortadaki meselenin özüne inip, onu çözümlemek hiçbir zaman mümkün olmamıştır.

Kenan Güvenç'den öğrendiğim mimari anlayışının, daha doğrusu tasarımının özünü oluşturan etmenlerde de bu anlayış vardır. Toplumun yaşamını sürdürülebilir binalar tasarım değil, ihtiyacı gidermektir. Bunun dışında bir binayı betondan öte algılamak, tasarım kabiliyetini zorlamak ise gerçek anlamda tasarımdır. Bunu algılamayan insanların gözünde bir gökdelen çok şey ifade ederken, çatısı standartların dışında tasarlanmış bir bina insanlar tarafından kolayca yargılanabilir. 

Yani özetle toplumlar ve sanatçılar arasındaki çatışma her zaman yeni uçurumlar doğuracaktır. Bir sanatçıyı inzivaya zorlayan, devamlı bir kaçma hissiyatıyla yaşamasına sebep olan şeyde bu uçurumun derinliğidir. Mesele düşme korkusundan daha çok o toplumun bulunduğu kara parçasından uzaklaşma üzüntüsüdür. Bu yüzden sanatçılar için maddi değerlerden çok toplum tarafından takdir edilme, alkışlanma arzusu tarif edilemez anlamlar oluşturmaktadır. 

John Fante
John Fante kitaplarında sürekli  yazı yazabilmek için ailesinden uzakta yaşamayı tercih etmiştir. Losangeles Yolu bu ayrılışı anlatmaktadır. Bunker Tepesi Düşleri'nin bir kısmında tekrar eve dönüyor. Orada bizim yukarıda bahsettiğimiz toplumdan kişilerin bir benzerinin bulunduğu partiye katılıyor. Fakat orada kavga ediyor ve birazcık dayak yiyor. Gece yarısı eve döndüğünde hiç beklemeden tekrardan Bunker Tepesi'ne dönüyor. Arturo Bandini, her zaman bu kavganın içindedir. İronik bir şekilde sürekli 'Büyük Yazar' vurgusunu kendisine yapar. Bu tavır onu hiçbir zaman 'küstah' ve 'ukala' bir karakter olarak algılanmasını sağlamaz. Çünkü; Arturo Bandini'de oluşan bu 'naif küstahlık' aslında onun toplumla arasındaki çatışmanın bir yansıması, bir isyanıdır. Yalnızlaşmasını ve sürekli uzaklaşma hissiyatına etki eden nedenlerden biridir. 

Yazıyı noktalarken, sanatçıları toplumdan uzaklaştıran ve sürekli çatışma içinde sokan şeylere dikkat çekmek istiyorum; ve Prof. Dr. Şafak Ural'ın söylediği sözün derinliğini çok iyi algılamak gerektiğini düşünüyorum. 

Esenlikler.

(...)

15 Mayıs 2012 Salı

Esperanza Spalding: Arturo Bandini ile Roma Yolu

Esperanza Spalding
Sırt çantama rastgele giyecek bir şeyler koymaya başladım. Bilgisayar hala açık ve "yeter artık! beni kapat." diye inliyordu. Bu inlemeleri duymam mümkün değildi. Çünkü; kalbimin çarpıntısının kaburga kemiklerimi kırmasına ramak kalmıştı. 

Şuurumu kaybetmiş bir vaziyette çantayı ağzına kadar doldurmuşken, kitaplığın yanında Arturo Bandini beni seyrediyordu. Ona dönüp "Niye bakıyorsun?" diye sordum. Arturo Bandini "Komik duruyorsun" diyerek karşılık verdi. Onun bu alaycı tavrına bozulmuştum. Altta kalmayıp "Sen kendine bak. Camillia karşısındaki hallerini unutmuş değilim." diyerek karşılık verdim. Arturo hala gülüyordu... 

En son pasaportumu, arabamın ruhsatını, çekmecedeki kredi kartlarımı ve nakit paraları aldım. Kapıya gelip, ayakkabılarımı bağlarken Arturo'ya seslendim. "Hey! Arturo... Hadi gel sende..." Arturo benden önce arabaya koşup, arabanın ön koltuğuna oturdu. Sokaktaki kadınlar ve çocuklar sanki büyük bir suç işlemişiz gibi meraklı gözlerle bize bakıyorlardı. Resmen kaçıyor gibiydik. Haksız sayılmazlardı ama biraz meraklı olmasalar iyi olurdu. 

Sınırı geçerek İtalya'ya doğru yola çıktık. Aslında Arturo'yu heyecanlandıran şey ile beni heyecanlandıran şey aynı değildi. Arturo'nun derdi memleketini görmekti; besbelli. Yüzü gülüyordu. Ben ise heyecanıma heyecan katmış vaziyette arabanın hızını arttırıyordum. Arnavutluk Limanından gemiyle Lecce'ye doğru geçerken Arturo bana gülümseyerek "Esperanza... Esperanza..." dedi. Onu uyardım. "Arturo... Git başka kadınlarla ilgilen ve beni seni çağrıdığıma pişman etme".. Arturo devam etti. "Esperanza için o kadar yol gidilir mi? Sanki senin yanına gelecek, yanağını okşayacak. Komik olma ahbap.." diyerek mırıldanıyordu. Sustum ve söyleyeceklerinin bitmesini bekledim. 

Lecce limanından İtalya'ya giriş yapmıştık. Önümüzde 7-8 saatlik bir yolculuk daha vardi. Bari kıyılarından içeri kıvrılarak, Roma'ya varacaktık. Arturo'nun ten rengi bile değişmiş, güneş gibi göz alıyordu. Bari kıyılarından geçerken Roma'ya neden gittiğimi sorguladım. Biraz geç kalmış bir sorgulamaydı. Tek amacım Esperanza Spalding'i görmek ve tanışmaktı. Ona neden bu kadar hayrandım bilmiyorum. Kontrbas'ın etkisinden olabilirdi. Umurumda değildi. Esperanza Spalding'e ulaşmak, sahnede görmek bile bu maceraya değerdi. 

Roma'ya vardığımızda Esperanza Spalding'in kaldığı oteli çaprazdan gören, butik bir otelden oda kiraladım. Arturo "Memlektim..." diyerek gezmeye gitti. Odaya çıkarken, kafamdaki tek şey odanın camının Esperanza'nın gölgesini gösterse yeter" düşüncesiydi. Odaya çıktığımda dev bir karanlık vardı. Çünkü; camdan baktığımda önümde bir apartman duruyordu. Arturo bu tip odalara alışıktır; ama ben pek değilim. Zaten Esperanza'yı görmek bile mümkün değildi. 

Konserin olduğu gece Arturo ile birlikte, konserin yapılacağı yere doğru ilerledik. Kapının girişinde taşkınlık yapan bir grup insan vardı. Arturo kolumdan tutarak kenara çekmeye çalıştı. Konserin başlamasına az bir süre kalmıştı. İçeri girmekten başka düşüncem yoktu. Arturo'ya dönüp "Dur iki dakika Arturo. İçeri girmemiz lazım." Arturo'dan güçlüyüm. Kendimi ondan kurtararak girişin önüne geldim. Fakat araya giren polisler Arturo ve beni alıp bir polis aracına soktu. Arturo onlara dert anlatmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. 17 kişiyle birlikte bir nezarete attılar. 

Yaşadığım hayal kırıklığını tamir etmem mümkün değildi. Belki de Arturo'yu dinlemeliydim. Zaten o da bana küfürler ederek, beni duvardan duvara vuruyordu. 17 kişilik grup bize gülüyordu. Neden ortalığı karıştırdıklarını anlamak dahi istemiyordum. O konsere gidemedim. Esperanza orada şu an kontrbas'ı ile dans ediyor ben ise Roma'nın bilmediğim bir yerinde nezaretteyim. Üstelik yanımda büyük yazar Arturo Bandini var. Ne kadar şanslıyım!.

Ertesi sabah polisler gerçeği anlayarak bizi bıraktılar. Otele gidip, hemen geri dönmeye karar verdim. Arturo uykusuz ev yorgundu. Otele doğru yaklaşırken bir kalabalık gördüm. Evet yanlış görmüyordum. Esperanza ekibiyle birlikte kaldığı otelden ayrılıyordu. Bu tek ve son şansımdı. Taksiciye durmasını söyledim. Taksi durunca arabadan indim. Arkamdan da Arturo... Esperanza'ya doğru koşmaya başladım. Her bir adımda Esperanza'yı daha çok hissediyordum. Güvenlik görevlileri hızımı keserek beni durdurdu. Onları yıkıp geçmek istedim. Bir tanesi karnıma sert bir yumruk indirdi. Ardından Arturo'ya da bir tane indirdiler. Yerde kıvranırken Esperanza güvenlik görevlilerini durdurdu. Yanımıza geldi. Yerde kıvranırken karnımdaki acı kalbimin çarpıntısıyla karışarak içimde büyük depremlere sebep oldular. Esperanza bana, ben Esperanza'ya bakıyordum. Esperanza gülümsedi, elini uzattı. Ayağa kalktım. İmza atmak için bir kalem istedi. Ona "İmza için Teşekkür ederim. Sadece seninle tanışmak ve konseri izlemek istedim; ama kapının önünde çıkan olaylar yüzünden polis Arturo ve beni -Arturo Bandini bu arada tanırsın...Büyük yazar...!- içeri aldı. İzleyemedim. Çok üzgünüm. Seni görmek için taa İstanbul'dan geldim" diyerek cümlemi tamamladım. Esperanza Arturo Bandini'ye dönüp, onu selamladı, hatta sarıldı. Arturo'ya dönüp, yüzünün ortasına çakmak istedim. Öyle kıskandım ki tarif edemem. Esperanza bana döndü. Bir davetiye verdi. Davetiyeyi açıp baktığımda havalar uçacaktım. Esperanza'ya bir kere sarılmak istediğimi söyledim. Beni kırmadı. Nezaretane'nin kiriyle sıkıca sarıldım ve onunla vedalaştım. 

Davetiyeyi ancak otel odasına gidince açmayı akıl edebildim. Davetiye bir konser içindi. Arturo portakalları midesine indirirken, ben onun otel mutfağından getirttiği süt şişesini ağzıma dikiyordum. "Ah be Esperanza, davetiye iyi, çok iyi ama şimdi kim bilir hangi ülkede, hangi şehirdedir? Ben nasıl gelirim be Esperanza"... derken süt nefes boruma kaçtı, öksürmeye başladım. Çünkü; davetiyede şöyle yazıyordu... 

****


ESPERANZA SPALDING RADIO MUSIC SOCIETY / LYAMBIKO

16 TEMMUZ 2012 - 21:00

HARBİYE CEMİL TOPUZLU AÇIKHAVA SAHNESİ, İSTANBUL-TÜRKİYE

****


 

*Anlatılan hikayedeki kişiler ve olaylar -Esperanza Spalding, Arturo Bandini ve İstanbul Konseri dışında- en başta anlatıcı olmak üzere hayal ve kurgudan ibarettir. İnanmazsan Biletix'e sor.

11 Mayıs 2012 Cuma

Mono Festival bilet fiyatları açıklandı!

Dün Mono Festivali ile ilgili düşüncelerimizi belirtmiştik İşte o "özlediğimiz" festivalin biletleri de bugün itibariyle satışa çıkmış. 

Tam - 125.00 TL
Öğrenci - 100.00 TL


65daysofstatic: Filmlerdeki Hızlandırılmış Kareler



Türkiye'ye "Ah keşke" diye söylendiğimiz gruplardan biri daha geliyor. Tabi zamanlaması kötü olarak geliyor. Yarın akşam Bronx Pi-Sahne'de olacak olan 65daysofstatic'in, Fenerbahçe-Galatasaray maçının gölgesinde kalacağı aşikâr görünüyor. Umarım az seyircili bir ortam olmaz ve 65daysofstatic Türkiye'den iyi izlenimlerle evlerine dönerler. 

"65daysofstatic"

Grup ile tanışmam o kadar eski ki, nereden baksanız 4 yıl vardır. İngiltere/Sheffield'dan dünyaya bir hediyedir 65daysofstatic. En kısa anlamda Post-Rock grubudur diyerek geçiştirilmeyecek, Elektronik ve Math-Rock öğelerini müthiş kullanan, Noise olayını yemiş-yutmuş bir Post Rock grubudur. Özellikle Rob Jones'un (Davul) öyle müthiş bir performansı vardır ki, Math-Rock denen tarzın sanırım en iyi 3 isminden biridir. Rob Jones'un tekniği gerçekten olağanüstüdür. İzlerken hipnotize edecek kadar iyidir. Aksini iddia etmiyorum; ve itiraf ediyorum "Gitarlardan çok davullarını dinliyorum." Yinede çok pasifmiş gibi görünen bas gitarların, Noise ve Ambiansa çok enteresan bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Zaten öyle bir davulcuyla çalışan bas gitaristin sıradan çalmasını beklemek biraz garip olur.

65daysofstatic'in benim hayatımda ayrı bir yeri daha vardır. Mean Low Water ile uyandığım bir sabah, "Neden bas gitar güzel bir enstrüman?" sorusuna verilen cevap olmuştur. Bu benim müzik hayatımda da yolumu çizmeme etken olan bir şarkıdır. Await Rescue için de bir şeyler söylemek lazım. Daha önce hiç 65daysofstatic dinlememiş biri varsa, Rob Jones'u neden övgüye boğduğumu anlamayabilir. İlk dinlediğimde Drum Machine ile çaldıklarını düşünüyordum. Videolarını izledikten sonra, hayatımda Rob Jones'a ayrı bir yer açtım.

http://www.65daysofstatic.com/ adresinden videolara bakabilir, şarkılarını dinleyebilirsiniz. Hatta daha iyisi yarın Bronx Pi-Sahne'de izleyebilirsiniz. 

65daysofstatic iyidir!
65daysofstatic "yeter artık" çığlığıdır!
65daysofstatic filmlerdeki hızlandırılmış karelerdir!


10 Mayıs 2012 Perşembe

Beirut konser bilet fiyatları açıklandı!

Uzun zamandır yolunu gözlediğimiz Beirut'un konser haberini almamızın hemen ardından bilet fiyatları da açıklandı!

21 Eylül Cuma akşamı Kuruçeşme Arena'da gerçekleşecek olan konserin bilet fiyatları şu şekilde;

1. Kategori - 110.00 TL (Tribün)
2. Kategori - 99.00 TL (Tribün)
3. Kategori - 87.50 TL (Tribün)
4. Kategori - 56.00 TL (Sahne Önü Ayakta - Avantajlı Dönem)


Mono Festival'da yer alacak ilk isimler açıklandı!

Plaj festivallerini özlemişiz! Çok önceden kulağımıza böyle bir festivalin yapılma ihtimali geldiğinde de gruplara bakmaksızın bir heyecan sarmıştı bizleri. Ve sonunda Mono Festival'e katılacak ilk gruplar açıklandı!

30 Haziran Cumartesi günü Kilyos Solar Beach'te ilki gerçekleşecek olan Mono Festival ile ilgili ilk cümlemiz "Umarız çok uzun ömürlü olur" olacak şüphesiz.

Bir Pozitif Müzik organizasyonu olan festivale katılacağı açıklanan ilk isimler ise şimdilik şunlar;

Gogol Bordello, Metric, The Horror, Oh Land, Com Truise, Bok Bok, Rashit, The Ringo Jets, Grup Ses Beats...


30 Haziran sabahı 10.00'da kapılarını müzikseverlere açarak 30'a yakın sanatçıya ev sahipliği yapacak olan Mono Festival'da şu gibi sahneler bulunuyor;

1. Mono Ana sahnesi: Indie Pop / rock, alternatif, punk gibi günümüz hit müzik türlerinden dünyaca ünlü sanatçılar ağırlanacak,

2. Burn Electronica & Dubstep Sahnesi: Müzik piyasasının son dönemlerde parlayan yıldızı haline gelen dubstep’in profesyonelleri bu sahnede buluşacak,

3. Beach Bums: Reggae, lounge, chillwave ve indie parçaları ünlü DJ’ler tarafından günün erken saatlerinden itibaren plaj sahnesinde dinlemek mümkün olacak.

4. Dinamo Lounge: Şehrin sesi Dinamo FM DJ’leri ve prodüktörleri tüm festival boyunca Dinamo Lounge’da sahne alacak.



Bu arada biletler 11 Mayıs'ta satışa çıkıyor!
twitter.com/MonoFestival
biletix.com/MonoFestival

9 Mayıs 2012 Çarşamba

YENİ | The Revolters - Feel The Beat

The Revolters, 2 yıl önce yayımladığı ilk EP Future Obscure'un sonrasında, her Türk grubun bir dönem yaşamak zorunda kaldığı "grup elemanlarının askere gitme sorunsalı"nı da aşarak, kaldığı yerden devam ediyor.

İşte merakla beklediğimiz albümlerinden ilk parça "Feel The Beat"!



Moddi - Dikkat, ağır keman içerir!

Bir seferinde Kejura'ya keşke kainattaki tüm şarkılarda keman kullanılsa gibi bir laf etmiştim. Garip bir surat ifadesiyle bana bakmıştı. Sonrasında "Olabilir abi, neden olmasın" demişti.

Haklıyım, kazanacağım.

Keman hüzünlü bir enstrüman, sevdiriyor kendini kerata. Aslında dünya müziğine psikanaliz uygulansa (nasıl uygulanacak, çok ütopik oldu bu son cümle), evrensel müziğin kökeninde kemanın çok derin bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkar muhtemelen. Bir enstrümanın tarihçesine inmek istemiyorum ama keman öyle bir enstrüman ki dünyanın hangi tarafında, hangi notalarla ya da hangi ezgilerle çalınırsa çalınsın benzer duyguları yaratabiliyor kişide. Yeterince garip bir durum bence..

Peki ya Moddi?

Kemanı ve yaylıları hakkını vererek kullanan Norveçli bir proje Moddi, daha doğrusu Pål Moddi Knutsen adlı sanatçının Moddi'si . Böyle bir grubun yaz ayları başında hayatıma girmesi ise tamamen bir talihsizlik, keşke şöyle Eylül başında çıksaydı karşıma. Kısfmet...

Etkileyeceği bir müziği var Moddi'nin, bu etkileyicilik yaylı kullanımından mı, yoksa farklı bir durum mu bilemiyorum. Ortaya çıkan eserlerde hüzün ön planda kesinlikle. Solistin öyle çok ahım şahım bir ses tonu yok ama şarkı performanslarında gerçekten üzülerek söylüyor sanırım. Yoksa sıradan bir vokal, bu kadar etkileyici olamazdı. Bunun yanı sıra; müzikal anlamda da akustik bir proje gibi duruyor, gibi duruyor diyorum çünkü Moddi'nin sadece ilk albümünü dinleyebildim. Son albümlerinde (ikinci albüm oluyor bu) müzikal anlamda değişikliğe gitmedilerse, halen yaylıların oldukça ön planda olduğu akustik bir proje diyebiliriz pek ala Moddi için.

Sevgili takipçiler;

Moddi güzel bir proje, oldukça güzel bir proje hatta ama siz sakin olun şimdi dinlemeyin bu güzel adamı, bir yerlere not alın, Eylül başı gibi dinlemeye başlayın.

Görüşmek üzere.

Son olarak kemansız şarkı olmaz olsun.

Amin.




YENİ VİDEO | Neyse - Kırık

2011 Ekim'inde çıkardıkları debut albümleriyle hayatımıza giren Neyse'den üçüncü video klip geldi!

Çıkış parçaları Hokkabaz ve Siyah (Esved)'ten sonra grubun üçüncü klip parçası ise "Kırık" oldu.

8 Mayıs 2012 Salı

CocoRosie'den yeni şarkı geldi!

Fransız ikili CocoRosie, 5 Haziran'da piyasaya sürecekleri single'ları We Are On Fire & Tearz for Animals'tan ilk sesleri duyurdu!

Yine gelecek olan single'da yayınlanacak ikinci parçada (Tearz for Animals) ise Antony Hegarty'nin sesini duyacağımızı da hatırlatalım.



7 Mayıs 2012 Pazartesi

Imany Haziran'da Türkiye'de!


Geçtiğimiz senenin bize kattığı en büyük değerlerden olan Imany, 1 Haziran gecesi Maçka Küçükçiftlik Park'ta sahne alacak!

Sınırlı sayıdaki indirimli biletleri 50 TL'den satışa sunulmuş bile...






İTÜ Taşkışla Şenlikleri 7-11 Mayıs'ta!

Bu yıl 18.'si gerçekleşecek olan İTÜ Taşkışla Şenlikleri 7 Mayıs itibariyle başlıyor! 

7-11 Mayıs arası sürecek olan şenlikte konserler ve DJ Set'lerin yanı sıra çeşitli workshoplar ve söyleşiler de yer alacak. İTÜ öğrencilerine ücretsiz olan şenlikte, okul dışından katılım gösterenler için bilet fiyatları da şu şekilde olacak;

*Günlük: 10 TL
*Kombine: 25 TL


Şenlik için daha detaylı bilgi edinmek isterseniz;



6 Mayıs 2012 Pazar

Silversun Pickups'tan yeni albüm: "Neck Of The Woods"

2005 yılı Los Angeles çıkışlı bir Indie Rock/Alternative Rock grubu Silversun Pickups.

EP'leri haricinde çıkardıkları 2 albümlerinin yanına şimdi 8 Mayıs'ta çıkartacakları Neck Of The Woods'u da eklemeye hazırlanıyorlar.

8 Mayıs 2012'den önce de albümlerini stream ediyorlar ki rahatça dinleyelim diye;

Bu arada Busy Bees, Here We Are (Changer)'a dikkat!

facebook.com/silversunpickups
http://silversunpickups.com

Bir Baba Indie Mix: "Nisan 2012"


Bir Baba Indie Mix serisinin yaklaşık 1 haftadır hazırda durup, bir türlü yayınlayamayı başaramadığımız 4 numaralı seçkisiyle yeniden karşınızdayız.

Yine 10 parçadan oluşan playlist'in içerisindeki sürprizi kaçırmak istersek; "Cocoon, Calexico, Seabear, The Antlers, The Soldier Thread gibi isimler bulunuyor" diyebiliriz.

Keyifli dinlemeler!



Diğer mix'lere ulaşıp, dinlemek için: 8tracks.com/birbabaindie



Playlist:

01. Cocoon - The Best I Can
02. Calexico - Red Blooms
03. The Soldier Thread - Run Run
04. Seabear - Cold Summer
05. The Antlers - Every Night My Teeth Are Falling Out
06. Ours - Meet Me In The Tower
07. The Strokes - Trying Your Luck
08. Morrissey - I Have Forgiven Jesus
09. Bic Runga - Hey
10. Tristame - Secretly



5 Mayıs 2012 Cumartesi

YENİ VİDEO | 123 - Sun In The Arms of Love feat İlhan Erşahin

Üretken grup 123 son çıkardığı albüm Lara'dan İlhan Erşahin'in de eşlik ettiği Sun In The Arms of Love adlı parçaya çektiği videoyu bizlerle paylaştı.

Brezilya'da çekilen bu doğayla iç içe videoyu izlemek için;




123 bu aralar şuralarda olacak ayrıca;

10 Mayıs: KargART - Kadıköy, İstanbul
11 Mayıs: İTÜ Taşkışla, İstanbul
26 Mayıs: Babylon Soundgarden - Parkorman, İstanbul
01 Haziran: Peyote, Eskişehir
04 Haziran: Galatasaray Lisesi, İstanbul

1 Mayıs 2012 Salı

Storm Corrosion: Opeth etkileşimli elektronik Steven Wilson

Aylardır beklediğim albüm ya da proje sonunda gün yüzüne çıktı. Derin bir şaşkınlık var bünyede, sanmayın ki bu şaşkınlık albüme kavuştuğum için değil, tamamen ne umdum ne buldum hali...


Storm Corrosion bünyesindeki isimler ile büyük bir beklenti oluşturmuştu bende. Steven Wilson ve Mikeal Akerfeldt gibi iki isimi bünyesinde barındıran bir proje için beklentiye kapılmamak haksızlık olurdu ki projenin ortalığa çıktığı ilk zamanda kadroda Mike Portnoy bile vardı. Sonrasında Mike Portnoy projeden ayrılmak zorunda kaldı.


Steven Wilson ve Mikeal Akerfeldt gibi iki müzisyenin en göze batan özelliği ne diye sorsak kuşkusuz cevap ikisinin de melodi canavarlığı olur. Bu iki kafadar müziklerinde melodilerini ortaya atmadan hiç çekinmezler. Tek şarkıda en 5 şarkıya yetecek melodiyi bir çırpıda harcarlar ve bunu oldukça güzel bir düzen içerisinde sunarlar. Bir Anestezi, bir Face of Melinda ilk aklıma gelen şarkılardan... Bu iki kafadarın öyle bir müzikal portfolyosu var ki ikisi bir araya geldiğinde ortaya çıkacak şeyi tahmin etmek, inanın 6 ay boyunca benim hayal gücüme sığmadı, sürekli gelecek 'inanılmaz' melodileri bekledim...


Ve sonunda albüm çıktı. Beklentilerimi neredeyse hiç karşılamayan bir albüm olarak çıktı hatta. Keşke bu kadar beklemeseymişim bile dedim. Beklentim tamamen doymak bilemeyeceğim melodiler üzerine kuruluydu. Ancak bu iki kafadarın en iyi yaptığı (bence) şey bu albümde neredeyse yok gibi. Resmen "melodi" kullanmamak için kendilerini kasmışlar. Zaten albümün genel anlamda akustik ve 'deneysel' yapısı,  var olan melodileri de bir o kadar kısırlaştırmış.


Bazı şarkılarda bariz bir  Opeth etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Happy adlı şarkı tam anlamıyla bir Opeth melodisini barındırıyor, hatta kullanılan gitar tonu bildiğiniz Opeth gitar tonu. Bazı şarkılar ise Steven Willson'ın solo albümünden sonra girdiği kaotik müzik anlayışının biraz daha 'elektronik' leşmiş hali. İyi mi? Pek değil, Steven'ın girdiği yeni yol zaten zordu. Bu elektronik halle durum iyice içine girilmesi zor bir müzik haline almış. Demek istediğim şu ki; ikili müzikal zekalarını şarkılarda birleştirmekten çok, kendi anlayışlarını şarkılara yedirmişler. Bu da bazı şarkıları Opeth yaparken, bazı şarkıları Steven Wilson yapmış. Yeni bir şey söylemektense, Opeth etkileşimli Steven Wilson denemesi olmaktan öteye gidemeyen bir proje haline gelmiş Storm Corrosion.


Storm Corrosion belki de beklentilerimin çok yüksek olması sebebiyle olmamış bir proje haline geldi gözümde ama haksız da değilim hani. İşin içinde bu iki eküri olunca beklentileri çok yükseltmeden beklemekte olmazdı sanırım. Benim gönlüm rahat.






Metric'ten single geldi: "Youth Without Youth"

12 Haziran'da çıkacağı açıklanan yeni Metric albümü Synthetica'dan ilk single bugün paylaşıldı. 

Geçtiğimiz günlerde grup, Youth Without Youth adlı parçanın bir kısmını değişik ve gizemli kafalarda paylaşmıştı. Parçanın tamamına ise bugün itibariyle ulaşılabiliyor.

Bir de şöyle bir olay mevcut. Pozitif Müzik tarafından 30 Haziran tarihinde Solar Beach'te düzenlenecek olan Mono Festival'de açıklanan ilk grup da Metric oldu. Tüm Metric sevenlere ayrıca duyurulur!

 Youth Without Youth by Metric