23 Nisan 2014 Çarşamba

Birbabaindie.com taşınmıştır!

Merhaba Bir Baba Indie okuyucusu!

Blogumuz sonunda yenilerek, yeni alanına taşınmıştır. Bundan sonra bizlere sadece birbabaindie.com üzerinden ulaşabileceksiniz. Biz oralardayız, sizleri de sık sık görmek isteriz.

Ha bu arada, meraklısına şöyle de bir şey var;

Sevgiyle kal.

Mail: birbabaindie@gmail.com

9 Mart 2014 Pazar

Bir Baba Indie Mix: "Şubat 2014"


Blogun az güncellendiği, sıkıntılı aylardan geçiyoruz. Evet, kabul bu aralar biraz boşladık. Ancak geçtiğimiz günlerde Twitter'da da müjdelediğimiz gibi, gayet şık bir şekilde daha da aktif olarak geri döneceğiz. Fırtına öncesi sessizliğidir bu!

Sözü uzatmayalım, yenilenmiş Bir Baba Indie öncesi son mixtape'imiz "Şubat 2014" ile sizleri başbaşa bırakalım.




Diğer mix'ler için: 8tracks.com/birbabaindie


Playlist: 

01. Botibol - Friends
02. Emanuel and the Fear - Over and Over
03. Matthew Good Band - Lullaby For The New World Order
04. Tallhart - Treason In the Silence
05. Moving Mountains - Hands
06. Anthony Green - Breaker
07. Edison Glass - Chances
08. Texture Like Sun - Bottle
09. Erland & The Carnival- Trouble in Mind
10. Jason Lytle & Sea Of Bees - Won't Be Long

23 Şubat 2014 Pazar

Balthazar Mart'ta Roxy'ye geliyor!



Üst üste konserlerin açıklanmaya başladığı şu günlerde bir güzel haber daha geldi!

2012 yılının en iyi albümlerinden olan Rats ile çok iyi bir çıkış yapan Balthazar, 29 Mart gecesi Avea Escape To Music kapsamında Roxy'de sahne alacak!

Bizim de Belçika Sound kapsamında geçtiğimiz yıl oldukça ilgimizi çeken Balthazar, geçtiğimiz günlerde 2014 yılı için Leipzig adında bir de single paylaşmıştı.

Takviminize not etmeyi unutmayın!





19 Şubat 2014 Çarşamba

Beirut Ağustos'ta KüçükÇiftlik Park'ta!


The Rip Tide, Nantes, Elephant Gun, A Sunday Smile, The Penalty gibi şarkıların yaratıcısı olan Beirut, geçen iki senenin ardından 17 Ağustos 2014 gecesi KüçükÇiftlik Park'ta!

dredg Nisan'da KüçükÇiftlik Park'ta!

2011 İstanbul konseriyle bizlere hayal gibi anlar yaşatan, "Bu yetmedi, bir daha gelsinler." dedirten dredg, Avea Escape To Music kapsamında, 25 Nisan 2014 gecesi Maçka KüçükÇiftlik Park'ta!

18 Şubat 2014 Salı

Ars Longa kaldığı yerden devam ediyor!

"Sanatçı güzel şeylerin yaratıcısıdır. Sanatı açığa çıkarıp sanatçıyı gizlemek, sanatın amacıdır." sözünü kendine şiar edinen, Beyaz Kale, Gerçek Aşk Bekler, Zor Dünya, Gözyaşı Şişesi gibi pek çok şarkının yaratıcısı ve Sakin severlerin bir ayrı bağrına bastığı Ars Longa, 19 Şubat 2014 gecesi, Peyote'de kaldığı yerden devam ediyor!




17 Şubat 2014 Pazartesi

Yıldızlar Geçidi: "Teenage Time Killer"

Supergroup projeleri bu zamana kadar genelde tırt çıksa da, geçen günlerde Teenage Time Killer adında aşmış bir supergroup projesi açıklandı. Aslına bakarsanız, projenin temelinde Corrosion of Conformity'den tanıdığımız  Mike Dean ve Reed Mullin var. Eee nerede bunun supergroup'u demeyin, asıl hikaye projeye katkı sağlayan müzisyenlerle ortaya çıkıyor.  Hazır mıyız ey cemaat?

  • Jello Biafra (Dead Kennedys)
  • Tony Forest (Municipal Waste)
  • Tommy Vector (ProngDanzig)
  • Dave Grohl (Foo Fighters)
  • Max Cavalera (Soulfly, ex-Sepultura)
  • Phil Rind (Sacred Reich)
  • Randall Blythe (Lamb of God)
  • Pepper Keenan (Corrosion of Conformity)
  • Karl Agell (Corrosion of Conformity)
  • Doyle Wolfgang von Frankenstein (The Misfits)
  • Keith Morris (Black FlagCircle Jerks)
  • Corey Taylor (Slipknot, Stone Sour)


İşte böyle, her sene böyle... Dave Grohl'dan Max Cavalera'ya, Corey Taylor'dan Randall Blythe'a kadar uzanıyor destek gösteren müzisyen sayısı.

Nasıl bir albüm olacak sorusuna, Mike Dean şu şekilde cevap veriyor: "METAL ETKİLEŞİMLİ OLD SCHOOL HARD CORE PUNK."


16 Şubat 2014 Pazar

İZLE | Bruce Springsteen & Eddie Vedder'den "Highway To Hell"


Bruce Springsteen'ın yanına Eddie Vedder'ı koyun, bir de gitarda Rage Against The Machine'den Tom Morello'yu ekleyin ve bu üçlü AC/DC'den Rock'n Roll marşı Highway To Hell'i nasıl söyler diye hayal edin. Ya da etmeyin!

Sizi hemen aşağıya alıp, Bruce Springsteen'ın Avustralya konserinde ortaya çıkan bu görüntülerle baş başa bırakalım.



9 Şubat 2014 Pazar

Bir Baba Indie Mix: "Ocak 2014"


2014'ün ilk Mix'i sonunda geldi! Size 43 dakikadan oluşan 10 parçalık yine güzel bir seçki hazırladık.

Ocak 2014 mixtape'i için sizi hemen aşağıya alalım o vakit.

Nice mutlu mix'lere...




Diğer mix'ler için: 8tracks.com/birbabaindie

Playlist:

01. Cheek Mountain Thief - Cheek Mountain
02. The Family Crest - Love Don't Go
03. Hey Rosetta! - New Goodbye
04. Blaudzun - Solar
05. Benjamin Biolay - Dans la merco Benz
06. Françoiz Breut - Marie-Lise
07. Marie Fisker - Ghost Of Love
08. Athlete - Wires
09. Adaline - Famous For Fire
10. The Last September - Milk 


2 Şubat 2014 Pazar

Felix da Housecat'ten Babylon'da muhteşem bir performans!

1 Şubat Cumartesi gecesi Felix Da Housecat'in sahne aldığı Babylon'daydık. Red Bull Music Academy Nights dahilinde mekanda sahne alan Felix'e ilgi büyüktü. 22:30'da DJ Ahu'nun setiyle başlayan gecede mekan saat 23:30'a yaklaştıkça kalabalıklaştı ve Jarvis Cocker'dan Roisin Murphy'e uzanan muhteşem setini tamamlayan Ahu, yerini Amerika çıkışlı usta prodüktöre bıraktı.

Oldukça hareketli başlayan gece ilk olarak prodüktörün klasikleşmiş remix'leriyle başladı. Ali Love'ın 'Another'ına ve Nina Simone klasiği 'Sinnerman'e getirmiş olduğu efsane yorumdan sonra sırada 'Kittenz and Thee Glitz' dönemi vardı. 'Madame Hollywood' ve 'Silver Screen' gibi old-school hitler adeta bomba etkisi yaratarak gecenin peak anlarından birinin yaşanmasını sağladı.

İlk kez Felix da Housecat'i canlı dinleyen birisi olarak prodüktörün 80'li yılların hitlerine yer vermesini ise hem şaşırtıcı bulduk, hem coşkuyla karşıladık! Disko orgazmı yaşatan ve Daft Punk'ın son albümünden de hatırlayabileceğimiz prodüktör Giorgio Moroder'in 'I Feel Love'ı ve Donna Summer'ın eşsiz yorumu, 'Relax' (Frankie Goes to Hollywood) ve 'Just Can't Get Enough' (Depeche Mode), Felix'in getirdiği yorumla kitleyi coşturan parçalar arasındaydı. Gecenin coşkusu ise Felix'in daha progressive parçalara imza attığı dönemi olan 1990'lardan seçmiş olduğu parçalarına getirdiği yorumlarla devam etti ve gecenin sonunda hepimiz yorgun ama mutlu bir şekilde mekandan ayrıldık.

Işıldayan bir mekan ve sağlam bir ses düzeni ile böylesine güçlü bir performansı izlemek heyecan verici bir deneyimdi, hatta tadı damağımızda kaldı diyebiliriz. Sırf bu nedenle bile Babylon'u ve Red Bull Music Academy Nights'ı bu sezon takip etmekte fayda var.

Ahu'nun mixtape'i buradan dinlenebilir:




Sırada ne var? 


“Canımsın” Brazzaville!


Hemen her sene ülkemizde konser veren ve bir İstanbul aşığı olan David Brown, Brazzaville ile birlikte geçtiğimiz 29 ve 30 Ocak tarihlerinde tekrardan Babylon’da sahne aldı.

Bu kadar çok gelmelerine rağmen ilk defa 30 Ocak günü kendilerini canlı dinleme fırsatına sahip oldum. Ve fark ettim ki grubun canlı performansı, zaman zaman akla düşüp kulaklıkla dinlenilenden çok daha fazla haz verir nitelikteymiş.

 

Kimi grupların, çok sevilmelerine rağmen, canlı performanslarındaki tabiri caizse “ruhsuzluk” Brazzaville’i esir almamış ve bunun beni bir hayli sevindirdiğini söyleyebilirim. Konserlerde sadece şarkılarını söyleyip sahneden inen gruplara olan sevgim bu tavrı gördüğüm an bir nebze azalır. Fakat Brazzaville buna sebebiyet vermediği için de gönüllere bir kez daha taht kurmuş oldu. Tamamen samimiyet ve içtenlik kokan bir tavırla konserde defalarca kez yüzlerde büyük gülümsemelere sebebiyet veren ve konser sonrası kulaklığa sarılıp daha çok dinleme isteği uyandıran bir grup olduğu için de onlara karşı duyduğum sevgi daha bir anlam kazanmış oldu.


David Brown’un sergilediği  sempatik tavırlar, grubu resmen bizim içimizden çıkmış bir topluluk gibi izlememizi sağladı. Artık biz Türkleri o kadar iyi tanıyor ki pek çok kez kısa anılarıyla bu durumu biz dinleyenlerine fark ettirdi. Şarkılarını çalmadan önce onlar hakkında ufak konuşmalar yapıp, bilgiler vermesi, hikayeler anlatması, Babylon’u Ying ve Yang olarak ikiye bölüp, her iki taraftan şarkı önerileri alması, şarkı bittikten sonra dinleyenlere “Gözümsün! Canımsın! Çok iyi yea!” gibi sempatiklik harikası tepkilerde bulunması belki de David Brown’un dinleyenlerle bir başka güzel köprü kurma şekli olarak dikkatleri çekmedi değil.

Grup konserde 17, Love is the Answer, Clouds in Camarillo, Bosphorus, Taksim, Jesse James, Peach Tree benim için en dikkat çekenler olmak üzere bi David Bowie şarkısı olan “Moonday Dream”i çalarak pek çok kişinin yüzünü güldürmüş oldu.

Bunların dışında konserin benim için en önemli olan kısmıysa, Brazzaville’in ilk defa dinlemiş olduğum Anabel 2’su ile tanışmamdı. Konser sonrasında da abartısız bir şekilde, kafamın içinde sadece bu şarkının melodisini çaldım. Ve artık Brazzaville denildiği an aklıma ilk gelecek olan melodileri bulmuş oldum.


Yani son olarak şunu diyebilirim ki, bir sonraki konser haberini görünce “Nasıl olsa izledim ya” tepkisi vermememe sebep olacak olan bir gece yaşattığın için “canımsın” Brazzaville!


29 Ocak 2014 Çarşamba

YENİ | Wye Oak - "The Tower"

Önümüzdeki günlerde Salon İKSV'de izleyecek olduğumuz Indie Folk Rock ikilisi Wye Oak, 28 Nisan 2014 yılında çıkartacağı albümü Shriek'ten ilk single'ını paylaştı.

The Tower adında paylaşılan ilk parça için sizi hemen aşağıya alıyoruz.



Neil Young 15 Temmuz'da İstanbul'da!



Yavaş yavaş yurt dışında festival line-up'ları şekillenmeye başlarken, bizim ellerde de yaza dair haberler yayılmaya başladı. Ancak öyle bir isim bugün İKSV tarafından açıklandı ki; daha ilk açıklanan isimle birlikte sanki yaz konserleri nirvana'ya erişti. Ve karşınızda Neil Young. Büyük insan, efsanevi Kanadalı folk-rock üstadı Neil Young 15 Temmuz'da İstanbul Küçükçiftlik Park'ta sahnede olacak.

Hafızamıza kazınan o efsane tweet;



28 Ocak 2014 Salı

Felix da Housecat, Red Bull Music Academy Night kapsamında Babylon'da sahne alıyor!

İnsan hayatının belli dönemlerine damga vuran albümler vardır; benim için Felix da Housecat'in 'Kittenz and Thee Glitz'i bu albümlerden biri. Beni electroclash janrıyla tanıştırmasının yanı sıra daha sonraları Ladytron, Peaches, Fischerspooner ve Legowelt gibi isimlere dinlemeye yönelten bu albüm 2001'de yayımlanmış ve A.B.D.'nin yanı sıra Avrupa'da da büyük ilgi görmüştü.

Türkiye'de ise bu albümün dans müziği sever kitlelerce keşfedilmesi birkaç seneyi buldu. Zira o zamanlar Spotify yok, çevrimiçi albüm satın almak bugünkü kadar kolay değil... Yeri geldi mi, halen CD'lerin, vinyl'lerin peşinde koşulduğu bir dönemden bahsediyorum (üzerinden ne kadar uzun zaman geçmiş gibi değil mi? Halbuki on sene öncesi gibi kısa bir geçmişten bahsediyoruz.)

Haliyle Felix'in bu albümünü house müziğin takipçileri erken keşfetmiş olabilir; fakat electroclash'le yeni yeni tanışmaya başlayanların birkaç sene beklemesi gerekti (Özellikle 'Silver Shower Screen Scene' single'ının 'Kiss Kiss Bang Bang' filminde kullanmasının da albümün popülerleşmesinde bir hayli etkili olduğunu düşünüyorum.)





Prodüktörün kariyeri ise aslında 1990'lu yılların ortalarına uzanıyor. 'Gitar çalamadığı için' elektronik müziğe asılan ve 90'lı yılların Robin S., Ultra Nate gibi isimlerinden de hatırlayabileceğimiz NY house sound'unu ruhunda taşıyan kayıtlara imza atan Felix'in mainstream bir isim haline gelmesinde 'Kittenz' albümü ve o dönemde yükselişe geçen electroclash akımı önemli rol oynuyor.

Sonraki yıllarda ise prodüktörün dinleyeni şaşırtmamakla birlikte hayal kırıklığına da uğratmayan yeni albümleriyle tanıştık, kısa sürede sevdik. Bu albümlerden 2009 tarihli 'He Was King', prodüktörün günün sound'unu kendi tarzıyla kolayca harmanlayabildiğinin en güzel örneğiydi.

Fakat asıl sürprizler prodüktörün hiçbir albümünde yer almayan kısaçalarlardı. 'Like Somethin' 4 Porno!' gerek remixleriyle, gerek orijinal versiyonuyla olsun, son yılların en başarılı dans parçalarından biri olarak öne çıktı. 2013 tarihli 'Sinner Winner' ve 'I Just Wanna Be A Lesbian' EP'leri ise Felix'in görkemli synth layer'larına ihtiyaç duymadan, daha minimal altyapılarla da parlayabildiğinin en güncel örnekleriydi. 

Sözün özü 1 Şubat gecesi Babylon'da parti var! Felix da Housecat sevenlerin mest olacağı kesin; henüz keşfetmemiş olanların ise çok eğlenceli bir gece geçireceklerini şimdiden tahmin etmek zor değil.


01 Şubat 2014 22:00

26 Ocak 2014 Pazar

VİDEO | Son Feci Bisiklet - "Rahatsız Vals"


2011 yılında Ankara'da kurulan Son Feci Bisiklet, yeni şarkılarına çektiği ilk video klip ile birlikte dinleyici karşısına geçiyor.

Rahatsız Vals adlı yeni parçalarına çektikleri video klipte vals ritimleriyle birlikte rahatsızlık duygusuna dikkat çeken grubun klibinde ise Zeliha Gürsoy oynuyor.

İzliyoruz.




Bu Sevmek Midir?


Onu ilk okumaya başladığımdan beri biliyorum ki Sabahattin Ali okumak çok daha başka bir hissiyat. Onun, aşka bakışındaki içtenliği, gerçekçiliği, yoğunluğu bu kavrama olan inancı yükseltebilecek gibi geliyor her defasında. Cümlelerini her okuduğumda, kendi içine ayna tutabildiğini görüyorum. Ve daha çok okumak istiyorum onun içini. Öyle büyük, öyle güzel bir kalbe sahip bir adam varmış yani diye soruyorum kendime her defasında ve şaşırıyorum. Evet, sadece okuyarak kuruyorum bu cümleleri. Ve inanıyorum.

Bir şarkının peşinden günlerce belki haftalarca gitmeyi sevenler vardır. Ben de onlardanım galiba. Şarkılar sadece kulakların duyduğu tınılar değildir bazen. O tınının büyüsü o kadar basit değildir. Dinlerken pek çok şeyi getirir akla. Belki okunulan kitabın sadece bir cümlesini, belki geçmişte söylenmiş ve pek çok anlamı olan bir cümleyi, belki de sadece düşünceleri… Konuşmak için her zaman bir diğerine ihtiyacımız yoktur, kafamızın içindeki bizle o kadar çok konuşuruz ya hani çoğu zaman. İşte o zamanlar ettiğimiz bir cümledir belki de akla gelen; varolmamızın esası olan, cümlelerimiz…

“The Power of Love”ı Anneke’nin sesinden dinlediğim günden beri, dinleyip bir kenara kaldıramadım. Tınılarla cümleleri birleştirdim her zaman. Şarkıyı durmaksızın dinlemek, bana hep cümleleri durmaksızın okumak gibi geldi. Şarkıların da bir ruhu vardı ve bir ruhu olan şarkıyı nasıl daha gerçek hale getiririm sorusunun cevabı buydu benim için. Birleştirmek bir şeyleri, cümleleri düşünmek… Düşündüm ve son zamanlarda yolum hep Sabahattin Ali’nin cümlelerine çıktı.
“Peki ama, bu sevmek midir be adaşım, bir kadını öpmek, onu istemek sevmek midir?”
“Siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz birisinden korkan ve birisini tehdit edenler… Siz sevemezsiniz. “
Tınıları, asıl olarak karısına yazdığı mektuplarını okurken birleştirdim. Şarkıda “Love is danger, love is pleasure, love is pure the only treasure.” cümlelerini duydukça Sabahattin’in Aliye’sine duyduğu aşkı hissetmeye çalıştım içimde. Onun aşkı benim yüzümü güldürdü. Yavaş yavaş ve tekrar tekrar okudum cümleleri. Bir solukta okunup, harcanamayacak kadar değerli olduğunu gördüm.
“ Mamafih, neşe insanın içinde bulunduktan sonra, hayat onu ne kadar meydana çıkmaktan men etse, ne kadar boğmaya çalışsa yine ilk fırsatta kendini gösterir.”“…sonra muhakkak sevilmek ister, bunun için de başkalarını sever. Düşün, dünyada yalnızlık kadar feci şey var mıdır? Tabii yalnızlıktan kafa yalnızlığını kastediyorum, yoksa dünya bir sürü kuru kalabalıkla dolu…”
Şarkıda aşkın var olan saflığını anlatan cümleler kulağıma doldukça okudum.
“Dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. Hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek. Başka bir insanı bahtiyar edebilmek, kendini bahtiyar edebilmekten daha güç fakat daha insancadır. Bugün böyle düşünenlere saf, hatta enayi derler. Fakat şeyleri etrafın ne dediğine bakmadan yapmalıyız. Hayatta en büyük vazife ve saadet olarak şunu almak lazımdır: bize yakın ve uzak bütün insanlara yardım etmek, bütün insanların iyiliğine çalışmak…"
Sonra durdum. Hemen tüketmemeliydim.

Çünkü, bi soluğa sığacak kadar basit değildi…



25 Ocak 2014 Cumartesi

Statik bir Warpaint'e ne dersiniz?

Warpaint deyince artık ilk aklıma gelen şey "Billie Holiday" oluyor. Halen insanlar konserde "Billie Holiday"i gerçekten çaldılar mı diye soruyor. Bu sorular yüzünden yeminle, gruptan soğudum. Neyseki grup yeni albümü yayınladı ve grupta Jenny var. (aşkısı) <3 nbsp="" p="">


Warpaint kendi adlarını taşıyan yeni albümünü yayınladı. Uzun zamandır beklediğimiz bir albüm olmasa da, Warpaint arayı bayağı bir açtığı için beklediğimiz bir albüm haline geldi bu güzel ve nadide albüm.

Warpaint'i önce yapısal olarak anlamak gerek diye düşünüyorum. Sonra bu yapısallığın nasıl ve neden ortaya çıktığını belirtiriz. Warpaint'i nasıl bilirdiniz diye sorsak alacağımız cevap saykodelik ve ambient arası olacaktır.  İşte efendime söyleyeyim, Elephant olsun, Ashes to Ashes cover'ı olsun ya da sevgili belam Billie Holiday olsun hep bu karışım ürünüydü. Ancak bu albümde grup, işin içine biraz shoegaze  biraz deneysel elektronik temeller de atmış. Dolayısıyla diğer albümlere göre dinleyiciyi biraz şaşırtma yoluna gitmiş diyedebiliriz. Bu dokunuşlar grubun sound'unu önceki albümlere kıyasla daha statik hale getirmiş.  Neredeyse Love is to die, Keep it healthy  ve Disco/very haricinde albümde sizi 'metronomuyla' -ki bu şarkılar bile ilk albümün genel havasına kıyasla görece yavaş kalıyor- sizi alıp götürecek bir şarkı yok. Ama sizi bu statik hal de alıp götürebilir. Bu biraz da nerede durduğunuza bağlı. Shoegaze ve ambient perver bir insan olduğum için, bu statik halin de hoşuma gittiğini belirtmek isterim.

Peki bu hal ve ahval neden oluştu? Ne oldu da grup shoegaze ve elektronik tınılarına yelken açtı? Bu sorunun cevabı o kadar açık ve net ki. Radiohead'in prodüktörü Nigel abi ve Foals yapımcısı Flood albümün prodüktörlüğünü üstlenince grubun bu yola sapmasının hiç şaşırtıcı olmaması gerek. Özellikle Nigel abi Radiohead etkilerini gruba ince ince dokumaktan neredeyse hiç çekinmemiş. Synth'ler albümün geneline oldukça iyi yedirilirken, bazı şarkıların ise temel taşı haline gelmiş. bkz: Teese. Veya şarkıların arka planlarına gizlenmiş ince detaylar. Kullanılan bass partisyonları sanki bir Radiohead albümünden kopmuş gibi... Hepsi birer hazine gibi keşfedilmeyi bekliyor. Flood'un bence albümdeki en büyük etkisi ise vokal performansı üzerinden şekilleniyor olsa gerek. Özellikle ruhani vokal denemeleri "flood etkisi" olarak tanımlayabileceğim türden. Canını yediğim, albümün genel atmosferine, ki albüm başlı başına atmosferik bir albüm, çok da güzel uymuş.

Prodüktörlere kendini bırakmış bir Warpaint var karşımızda. Durağan bir warpaint. Sever misiniz? Bilmiyorum ancak durağanlıktan hoşlanan, şarkılardaki dehlizleri keşfetmeyi severlerden ya da gerçek bir atmosfer albümü hasreti çekiyorsanız, Warpaint kendi adını taşıyan bu albümüyle size mükemmel bir albüm sunacak.

ps. Albümün çıkış şarkısı olan Love is to die albümün en sıradan şarkısı olduğunu belirtmeliyim.



Hangi Sun In The Arms Of Love?


...
JENNIFER: Hangi oyundan söz ediyorsun?
JAN: Seninle birlikte hiçbir zaman göremeyeceğim bir oyundan.- Peki ya müziğe ne dersin. Zaman bulduğumuzda, kompozisyonuyla insanda hayranlık uyandıran, önemli bir piyano konçertosunu dinleyebiliriz.
JENNIFER: Yani ciddi müzik?
...

Bu diyaloglar Ingeborg Bachmann'ın, Radyo Oyunları kitabından bir alıntı. Kitaptaki diyalog uzun süredir düşündüğüm ama tarif ederken, betimlerken kullandığım şeylerin bir özeti gibiydi. Müziğin değiştiğini, evrim geçirdiğini söyleyebilecek kadar iddialı şeyler söyleyip duruyorum. Müzik otoritesi, kriterler koyacak biri değilim, olmadım, olmayı da isteyeceğimi sanmıyorum. Sadece kendi minik evrenimde, minik tespit oyunlarım ile vakit geçiriyorum.

Müziğin değiştiğini ya da değişmeye meylettiğini iddia etmem elbette yeni şeylerdeki müziğin trafik akışlarını ve beste yapılarında bazı şeyleri fark etmem ile mümkün oldu. Jan ve Jennifer bana bu konuda yardımcı oldu. Ciddi müzik? Bir müziği dinlemenin ötesinde bir kompozisyon olarak incelenme meselesi vs. Müziği sadece dinleyen ama incelemeyen kişiler olarak eğer daha iyi müzikler dinlemek istiyorsak öncelikle bunu sorgulamamız ve sorgulamanın ardından tespitler ve öneriler oluşturmamız gerektiği kanaatindeyim. Yani iyi müzik için; daha doğrusu sanatın tartışılma meselesinin ötesinde bizim için iyi olan, bizim kendi içimizdeki benliğe doğrudan etkiler oluşturan müziğin benliğini masaya yatırmak gerektiği kanısındayım. Haklılığımı ya da haksızlığımın ispatı için örnek vermeden, kendi içimdeki müziğin benliği üzerine bir takım görüşler dile getiriyordum - ki bu da kafamdaki müziğin benliği ve evrimi üzerine cümleleri bir araya getiriyordu -

Müziğin artık değiştiğini ve tek bir enstrüman odaklı olmasından sıyrıldığını ya da sıyrılması gerektiğini düşünüyorum. Takip ettiğim müzisyenlerin ya da grupların da benzer kaygılar taşıdığına inanıyorum ve her yeni şarkılarında bu evrimi gerçekleştirdiğini gözlemliyorum. Müziğin enstrüman ya da solist odaklı olmasından ziyade bütün nesneleriyle ve mentalitesiyle, bir bütün olarak, senkronize bir şekilde hareket etmesi gerektiği kanısındayım. Ana enstrüman gerçeğini ortadan kaldırıp, sosyalist! bir müzik ortaya koymak gerektiği kanısındayım. Tüm enstrümanlardan eşit ölçüde verim almak ve bütün enstrümanların ve solistin maksimum enerjisiyle dışavurumunu sağlamak gerektiğine inanıyorum.

Bu görüşümü desteklemesi için 123'ün Sun In The Arms Of Love şarkısının 3 farklı versiyonu olması bana ciddi anlamda ışık tuttu. Şimdi sizinle bu şarkının üç farklı versiyonunu paylaşacağım.

1) Sun In The Arms Of Love (İlhan ERŞAHİN)



Şarkının, İlhan Erşahin katkılı bu versiyonunda baştan sona İlhan Erşahin'in baştan sona etkisini dinliyoruz. Saksafon şarkı boyunca kullanılabilecek her yerde, tüm etkisiyle kullanılmış ve şarkının oldukça önüne geçmiş vaziyette. Sanırım bunu 123 dahil kimse, İlhan Erşahin'e olan saygıdan ötürü garip karşılamayacaktır. Zira her ne kadar saksafonun bu mükemmel entegrasyonu kulağa hoş gelse de müziğin tüm enstrümanlarca bütünlüğüne yan -yeni- bir ses olarak katıldığı için bir negatif özellik oluşturuyor. Şarkının esas kısmını (sözlerini, rhodes'ları) dinliyorken bir anda dikkat dağıtıp, saksafonu dinlemeye yönlendiriyor. Her tekrarda ezberde kalan kısım saksafonun gireceği ve çıkacağı yerler; ve dolayısıyla melodisi oluyor. 

Tekrar söylemekte fayda var. Şarkının iyi ya da kötülüğünü eleştirmiyorum. Zira, haddime değil. Sadece kendi içimdeki müziğin benliği ve evrimine örnek teşkil etmesi açısından açıklama getirmeye, sorgulamalar yaratmaya çalışıyorum. Bu yüzden diğer versiyona geçmeden evvel bir an için bu versiyonu dinlerken saksafonu unutarak dinlemeyi denemenizi ve ortaya çıkan boşluğu deneyimlemenizi istiyorum. Bir yönlendirme yapmak istemiyorum ama saksafonun kattığı alışkanlıktan dolayı hissi olarak bir yalnızlık hissedeceğinizi düşünüyorum.

2) Sun In The Arms Of Love (Live at House Cafe)


Bu versiyonun diğer versiyona göre daha iyi olduğunu iddia ediyorum. Biraz daha canlı ve hareketli. Bir önceki versiyonda iddia ettiğim şeyin aslında grup tarafından çalınmış hali. Bu sefer saksafon yok. Şarkı tüm nesneleriyle, özellikleriyle daha fazla ön planda; ve canlı çalınıyor olmasından dolayı daha samimi ve kutsal bir buluşma örneği teşkil ediyor. 

Zira dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var. Burak Irmak ve Berke Can Özcan!

Bu şarkıda bu ikiliyi özellikle 02:40'dan sonra daha dikkatli dinlemenizi istiyorum. Saksafonun ortadan kaldırılmasıyla daha fazla özgürleştirilebilmiş ya da daha duyulabilir olmuş iki enstrümanın şarkıya ritimsel ve melodisel olarak nasıl etki ettiğini, kendini açığa çıkarttığını belirgin bir şekilde hissedebiliyorsunuz. 

Şöyle bir deneme örnekleme yapayım. Johann Sebastian Bach ile Vincent Van Gogh'un bir gün sandalla denize açıldığını düşünün. Sandalın büyük bir dalga tarafından devrildiğini ve ikisininde boğulmak üzere denizin dibine doğru çöktüğünü düşünün; ve bu iki büyük dehadan JS Bach'ın henüz The Art Of Fugue üzerine bir çalışma yapmadığını, Vincent Van Gogh'un ise Patates Yiyenler'i resmetmediğini düşünün. Yani, bu dünyaya bu önemli eserleri henüz bırakmadığını. Aslında ne kadar önemli bir kayıp olduğu konusunda yeteri farkındalığı yarattığımı düşünüyorum.

İşte şarkının bu versiyonunda denizde boğulmaktan son anda kurtulan bir Burak Irmak ve Berke Can Özcan dinliyorum. Nefes aldıklarını hissediyorum. Önceki versiyonunda saksafonun dominant renkleri altında kaybolan; masmavi bir gökyüzü çizen ressamın vazgeçtip üzerine kara bulutlar çizdiğini hissediyorum.

Belki bu versiyona karşı fazla duygusal yaklaşıyor olabilirim. İtiraz etmem! 

3) Sun In The Arms Of Love (Live at TRS)

Dilara Sakpınar, bu versiyonu Rock'n Coke'da çalmadan önce bir takım kaygılarını dile getirmişti. Şarkının eskisi kadar hareketli olmadığını, beğenilip-beğenilmeyeceğine yönelik endişeleri olduğunu dile getirmişti. Şarkıyı ilk canlı dinlediğimizde kaygısında haklı olduğunu düşünüp, özlemle eski versiyonunu hatırlamak istediğimi düşünmüştüm. 

O günden bugüne fikirlerimin değiştiğini düşünüyorum. Şarkının bu versiyonuna ilişkin başta oluşan negatif düşüncenin eskiye olan alışkanlıktan ve henüz bu haline dair hazırlıksız olduğumuza dair düşünceler oluştu kafamda. Daha detaylı ve JAN'ın diyalogta dediği gibi kompozisyon olarak şarkıyı incelemeye koyulduğumda bir çok şey fark ettim. Müziğin benliği ve evrimi üzerine ortaya koyduğumu savların hepsini bu şarkıyla anlatabileceğimi düşündüm. 

Şarkı bu haline gelmeden önce Burak Irmak gruptan ayrılmış, yerine Arda Erboz ve Seçil Kuran gelmişti. Onların dahil olmasıyla müzikal olarak grup biraz daha zenginleşmişti. Rock'n Coke değerlendirmesinde bu değişikliğin grup üzerine etkilerinden bahsetmiştim. Arşiv kısmından bu kısımları okuyabilirsiniz. 

Dikkat ettiyseniz diğer versiyonlardan bahsederken bas gitardan ve solistten hiç bahsetmedim. Hâlbuki her iki versiyonunda da şarkının en iyi işçileri ve ön plana çıkartan şeylerin bunların olduğu konusunda hiç şüphem yoktu. Bu versiyonda bunlardan bahsedebilirim. Kendimi daha özgür ve iyi hissediyorum. Feryin Kaya'nın bas partisyonlarını değiştirip, yeni bir şeyler denemesi dolayısıyla Berke Can Özcan'ı da yeni bir keşfe çıkartmış. Ritim daha da yavaşlayarak, davul partisyonlarını zenginleştirmiş. Bu iki etkileşimin Dilara Sakpınar'ı daha da rahatlarak solist olarak daha keyifli bir Sun In The Arms Of Love yorumu yapmasına sebep olmuş. 

Burak Irmak ve İlhan Erşahin'in dominantlığını ortadan kaldırarak yerine ortadaki sinerjiye aynı enerjiyle katılan Arda Erboz ve Seçil Kuran'ın doğru ve ön plana çıkmayan katılımları ve müziği zenginleştirmek adına Dilara Sakpınar'ın synthesizer katılımına ve yeni bir renklendirme ile şarkıyı boyutlandırmasına sebep olmuş. 

Derdimi doğru şekilde anlatabiliyor muyum bilmiyorum. Eksik ve yanlış bir şekilde ifade ediyorsum affınıza sığınıyor ve yardımınızı rica ediyorum. Şarkının son haliyle tüm enstrümanları ve düşünce yapısıyla bir bütünlük oluşturduğunu ve gerçekten bir müzik eseri ortaya konduğunu düşünüyorum. Bu enstrümanlardan biri daha fazla öne çıksaydı şarkının bütünlüğünün bozulacağını düşünüyorum. Solist bir yandan şarkısını mırıldanırken diğer enstrümanları dinlemeye gayret gösterin. Hepsinin kendi içinde ve dışındaki gelişen dünya ile ne kadar uyumlu olduklarını göreceksiniz. Şarkıyı en bütün halinden parçalayarak, atomlarına ayırarak dinlemeyi deneyin. Her bir yanından bir şeyler fışkırdığını ve bütünüyle bir önem taşıdığını anlayacaksınız. Burada bir vücut gibi hareket eden bir gruptan ve bir şarkıdan bahsediyorum. Havada dans eden kuşların ahengi, güneşin dağların arkasından doğup, minik bir göl üzerindeki ağaçların yansımasına etki etmesi gibi.

Tabiat içindeki denge nasıl birbiriyle senkronize ve uyumlu ise; birbirine can veriyorsa, müzikte öyledir. Öyle olmalıdır. Eğer güneş daha yakın olsaydı, ağaçların dalları gölün üzerini tamamen kapasaydı ya da kuşlar olmasaydı tabiatın güzelliğinden bahsedebilir miydik? 

İyi dinlemeler! 

- - - 
Kaynaklar falan...

Radyo Oyunları / Ingeborg Bachmann / Yapı Kredi Yayınları
123 - Sun In The Arms Of Love

20 Ocak 2014 Pazartesi

ALBÜM | Moby - Innocents

Moby – Innocents
Mute


‘Play’ gibi bir başyapıtın ardından Moby ne yapsa onun gölgesinden kaçamıyor. Yine de yeni albüm, ‘Wait For Me’ ve ‘Destroyed’dan sıyrılan bir iş. Bu durumda Moby’nin daha fazla konuk vokale yer vermesinin (Skylar Grey, Inyang Bassey gibi) yanı sıra,  Björk, Lady GaGa ve Depeche Mode’u da içinde barındıran kompleks bir müzisyen yelpazesiyle çalışan Mark Stent’in prodüktör koltuğunda yer almasının etkisi olsa gerek. Beklentilere kapılmadan dinlenirse kolay sevilir ‘Innocents’.




YENİ | The Ringo Jets ilk uzunçalarıyla karşımızda!


İstanbullu kütür kütür Rock'n Roll grubu The Ringo Jets'in uzun zamandır beklenen debut albümü bugün itibariyle iTunes üzerinden paylaşıma açıldı.

Gerçek satışı 10 Şubat 2014 tarihinde gerçekleşecek albümün ön siparişini verenlere; EP'den de bilinecek olan Tease adlı parçaya perküsyonlarıyla eşlik eden, Red Hot Chilli Peppers ve Atoms for Peace’ten de hatırlanacak olan Mauro Refosco'lu versiyonu, Black Coffe Blues'un Tophane Rıhtım Stüdyosunda canlı canlı kaydedilen videosu ve ayrıca grubun davulcusu Lale Kardeş tarafından özel hazırlanan kitapçığı da yanında...

https://itunes.apple.com/tr/album/the-ringo-jets-deluxe/id794870950

Tantana Records etiketiyle yayınlanacak olan albümün 28 Ocak Salı gününde ayrıca Babylon İstanbul sahnesinde bir de tanıtım konseri gerçekleşeceği bilgisinin de altını çizerek belirtelim.
http://www.biletix.com/etkinlik/RBA33/TURKIYE/tr



16 Ocak 2014 Perşembe

2014'te Festival Afişleri Nasıl Olacak? Sayı:1

Coachella lineup'ının açıklanması Türk indie ve hipster tayfasını hiç kuşkusuz bu sene derinden etkiledi. Bir anda salyalarımız eşliğinde twitter semalarına doluştuk. Ancak Coachella zamanlaması manidar lineup açıklaması, diğer festivallerin lineup'ların gölge düşürmemesi gerek diye düşünürken kendimi festivallerin güzelim afişlerine bakan bir indie sever birisi olarak buldum. Ne festival afişleri var demekten kendimi alamıyorum.

Bir büyüğümüz ne demişti? "İnsan bazen gerçekten hayret ediyor."






YENİ | Balthazar - "Leipzig"

Sevdiğimiz Belçikalı Indie gruplarından Balthazar, geçtiğimiz hafta 2014 yılı için yeni sesler paylaştı.

Hala dinlemediyseniz Leipzig ismindeki yeni single için sizi hemen aşağıya alıyoruz.




15 Ocak 2014 Çarşamba

Warpaint, "Warpaint" ile Sonunda Karşımızda.

Warpaint 3 yıl aradan sonra kendi adlarını taşıyan yeni albümü piyasaya hafiften sundu. Hafiften diyorum; albüm resmi olarak 18 Ocak'ta çıkacak olsa da, albüm dün itibariyle stream edilmeye başlandı. İlk dinlemede  yeni albüm için shoegaze etkili bir albüm olmuş diyebiliriz. Bence oldukça da güzel olmuş. Biraz da dream-pop etkilerini söylemezsek olmaz tabii. İlk dinlemede favori şarkılarımın "Hi" ve "Teese" olduğunu belirtmeliyim.


Albümü şimdilik sadece bazı siteler üzerinden dinlenebiliyoruz. Dolayısıyla biz de bu sitelere referans vermek zorunda kalıyoruz. Kaderde The Guardian'a blog'tan link vermek de varmış.

Dinlemek için 

14 Ocak 2014 Salı

Puggy Nisan'da garajistanbul'da!


Belçika / Brüksel'de, İngiliz vokal, İsveçli davulcu ve Fransız bir basçıdan kurulan, fıkra gibi grup bir kere Puggy. Özellikle biz de 2013 yılı içerisinde şu ve şu post'larla kendilerine selam çakmayı ihmal etmemiştik.

İşte bu Birleşmiş Milletler kadrolu Belçikalı grup, Ocak ayında başlayacağı turneleri içerisinde 23 Nisan tarihinde ülkemizde de garajistanbul sahnesinde yer alacak.

Etkinlikle alakalı şimdilik bu kadar. Bilmeyenler Puggy çalışana kadar, netleşen bilgiler oldukça da hesaplarımızdan paylaşacağız. Sıkıntı yok!



"Cover" seven bir millet olarak da bir adet SOAD coverı ile de sizleri Puggy ile başbaşa bırakalım.


12 Ocak 2014 Pazar

Bir Baba Indie Mix: "Aralık 2013"



2013 biteli tam 12 gün oldu evet ama Aralık 2013 Mix'ini neden paylaşmayalım diyerek hemen bir 10 parça daha toparlayıp, sunuverdik sizlere.

3 parça sonra dayanamayıp, yine hüznün dozunu kaçırmış olabiliriz. FYİ! 

Keyifli dinlemeler.



Diğer mix'ler için: 8tracks.com/birbabaindie


Playlist:

01. Unkle Bob - Satellite
02. The Cinematics - A Strange Education
03. Vib Gyor - Fallen
04. Girls in Hawaii - Misses
05. Bang Gang - It's Alright
06. Great Nothern - Babies
07. The Veils - Lavinia
08. Richard Ashcroft - A Song For The Lovers
09. Emily Jane White - My Beloved
10. Night Beds - Lorraine