28 Eylül 2009 Pazartesi

Agua de Annique yeni albümden ilk single: Hey Okay!

Taptığımız Anneke van Giersbergen ablamızın grubu Agua de Annique'den 30 Ekim'de çıkacak olan yeni albümleri In Your Room'dan ilk single Hey Okay! geldi.

Buyursunlar...

27 Eylül 2009 Pazar

Güz Gülleri Gibiyiz 1: OBIYMY DOSCHU

Evet sonbaharın da gelmesiyle birlikte melankolinin ağır bastığı, farklı ülkelerden birkaç keşfin ilkini blogumuzda paylaşmanın haklı gururunu yaşıyoruz.Fırsat bulunduğundan bu GGG serisinin 2.si, 3.sü de gelecektir, takipte kalın...

Grup enterasan bir şekilde Ukrayna'dan çıkma ve belki de grubu bu kadar tutmamızın ana sebebi de bu. Çünkü tarz olarak kendi belirttikleri de gibi ''Progressive Rock, Neoclassic, Neofolk ve Doom Metal'' arası olan soundu, ilgi çekici olan yöresel ezgiler ve vokallerle pekiştirmişler. Etkilendikleri grupları da ''Anathema, My Dying Bride, Empyrium, The Gathering, Opeth...'' şeklinde bir çırpıda sayarsakta, gerçekten grubun beni neden anında çektiğinin kanıtı olarakta gösterebilirim sizlere. Bir kere albüm fazlasıyla melankolik etkileşimlerden de anlaşıldığı gibi. O sebeple dinlemeden önce bir kere daha düşünün ''Bunu kaldırmaya hazır mıyım acaba?'' diye.

Grup bu ilk albümü olan Elehia'yı internet üzerinden paylaşma yöntemine gitmiş. Bu sebeple de, birçok yerden rahatlıkla indirip dinleyebilme şansına sahipsiniz. Mesela şimdi hazırsanız, sitelerine girip, güzelcene albümü dinleyebilir, ya da öncelikle promo videolarını izleyip grubun müziği hakkında genel bir fikir edinebilir veya myspace adreslerinden de gruba bir göz atabilirsiniz hemencecik...

25 Eylül 2009 Cuma

Haftanın Takımı Galatasaray !

Evet, Bir Baba Indie olarak Galatasaray'ımızı biraz unuttuk. Unutmak da değil de neyse... Hasta hasta bile bana bu satırları yazdırıyor ya daha ne olsun?

Gelelim habere. uefa.com'a göre bu haftanın takımı olmuş Galatasaray, hem de UEFA tarihindeki ilk Türk takımı unvanıyla. Süper Lig'deki 6 maçlık galibiyet serisi, 3.14'lük gol ortalamasıyla ve UEFA Avrupa Ligi'nde de doludizgin gidişiyle de gayet hakedilen bir güzellik olmuş.

Bu sene herşey çok güzel olcak çooook... :)

http://www.uefa.com/footballeurope/news/kind=2/newsid=893744.html

24 Eylül 2009 Perşembe

Tristâme - Unraveling Horizons

Şu an dinlemeye başladığım bir proje Tristâme. 4. şarkılarını dinlerken, ben bu projeyi bloga yazmalıyım arkadaşım diyerek kendimi buldum.

Ne olduklarına ve olmadıklarına dair çok fazla bilgim yok ancak dinlemeye başladığım andan bu yana, samimi bir müzikle karşı karşıya kaldığımı söylemek yanlış olmaz sanırım. Kimlere benzer diyenlere bir cevap vermekte şu an için zorlanıyorum. Bazı şarkılar Doves'un ilk albümdeki soundunu hatırlatırken, bazı şarkılarda ise Riverside'ın baladlarının bol olduğu zamanları- Second life syndrome ve ilk albümü hatırlattı. Ancak bu benzerlikler asla birer etkileşim değil. Tristâme, kesinlikle kendine has bir sound'u olan bir proje. Bunu beşinci şarkıyı dinlerken, net bir şekilde söylemek grubun nasıl bir müzik yaptığına dair güzel bir indikatör olsa gerek. Belki de bu yüzden başlangıçta dediğim o samimiyet sizi çekiyor.

Albüm'ün müzikal altyapısı yeterince dolgun. Çello, viyola ve hatta akordeon gibi enstrümanlarla donatılmış albüm. Bu müzikal çeşitlilik her şarkının kompozisyonlarındaki kusursuzluğu da getirmiş.(6. şarkıyı dinliyorum şu an) Başka bir deyişle, Enstrüman bolluğu boşlukta kalmamış, her enstrüman şarkılara çok güzel yedirilmiş ve şarkılar tek bir enstrüman'ın boyundurluğu altında ezilmemiş ki bu durum benim müzik tanımıma çok uyan bir durum. Şarkıda bir enstrüman, diğer enstrümanları ezmemeli. Bu açıdan baktığımda, Tristâme asla ve asla bu yola girmemiş iyi de yapmışlar. Güzel bir harmoni var.

Eğer bir müzikte solist varsa, yapılan müzikte ilk baktığım şey solistin sesi ve ses rengidir. Bazen bu durumu abartıp, şarkının melodisi ne kadar güzel olursa olsun, sırf solistin sesini beğenmediğim için o müziği asla ve asla dinlemem. Benim için sözlü müzikte,solistin varlığı önemli noktalardan biridir. Her neyse bu durumu Tristâme ile bağlayacak olursam, bu projenin solistinin sesi yani RAMI beyin su gibi bir sesi var. Evet, hiç abartım yok. Rami'nin sesi son yıllarda duyduğum en güzel seslerden biri. Sanki su gibi sesi var adamın. Akıyor hacı. Şarkılarda asla kendini kasmıyor ve sanki muhabbet eder gibi sesini kullanıyor. Bu da müziğin samimiyetini artıran ayrı bir faktör olsa gerek .

Her neyse toplayayım birazcık, Tristâme son zamanlarda dinlediğim en güzel gruplardan bir tanesi. Müzik sizi yormuyor ve daha ilk dinleyişte ruhani bir şeylerle sizi içine alıyor ve sizi içerisinde sürüklüyor. Kesinlikle dinlemelisiniz.

Without You adlı şarkı içinse.. Allah belanı vermesin Rami..

http://www.myspace.com/tristame

Edit: Bence ben bu grubu Hakan Tamar 'a söylemeliyim.Böylelikle barışmış oluruz. He mi Hakan?

20 Eylül 2009 Pazar

MySpace ve Last FM'e erişim ''Yassah argadaşhım!''


Gün geçmiyor ki güzel ülkemizde, bir başka faydalı internet sitesi daha kapanmasın... Evet, Youtube, Dailymotion, Blogger, Worldpress, Ekşi Sözlük vs. derken şimdi de MySpace ve Last Fm'e geldi sıra...

19 Eylül 2009 itibariyle, yoğun bir şekilde kullanmakta olduğumuz bir başka güzelim siteyi daha, internet ortamında beyhude bir çaba olmasına karşın, hukuki açıdan elimizden alma çalışmalarına kalktılar.

Yasak gelince giremiyor muyuz peki bu sitelere? Tabiki de hepimizin bildiği ve kullandığı üzre çatır çatır da giriyoruz binbir çeşit yöntemle. Ancak işin can sıkıcı, mide bulandırıcı tarafı başka tabiki. Bazı kimselein birtakım çıkarları uğruna, birçoğu günde milyon hit alan bu gibi siteleri ''Kapatıyoruz, yasssah argadaşım'' tavrıyla çat diye kapatmasıdır. Bugün de bu sitelerin hangi amaç uğruna, hangi kurumun, hangi nedenler doğrultusunda kapadığı da ortadadır. Buna karşın TTNet Müzik ve Pafil gibi siteler yayın hayatlarına halen sorunsuz bir şekilde devam etmektedirler. İşin komik tarafı da bu gibi haberleri de sitelerinden okumak durumunda kalmamızdır, enterasan...

Aşağıdaki linkleri de incelemekte fayda vardır...

Makat.org
Sansüre Sansür.org
OpenDNS

17 Eylül 2009 Perşembe

Koç'la yaşamak

Bu sene bienal diğer senelere göre biraz daha kışkırtıcı ve daha pragmatist bir tavır içerisinde. Bir "şeylere" cevap arama derdine düşmüşler ve çıkış soruları ise Brecht'in meşhur sorusu olan "İnsan neyle yaşar?" üzerine.

Bienal'in mekanlarını gezmeden, sadece afişten yola çıkarak insan neyle yaşadığına cevap vermek zor olmasa gerek.

Büyük puntolarla yazılmış "İnsan neyle yaşar?" sorusu ve altında cevabı olan Koç Holding'in güveni simgeleyen logosu.

Tekrar düşünmeye gerek var mı?

Yapma Shamrain yapmaaaa !

Naptın be Shamrain, ne yaptın be Mika? Yakıştı mı şimdi size bu?

Ulan elimizde misler gibi dinleyip, melankolinin dibine vurduğumuz, yeni albümlerini dört gözle beklediğimiz, hatta ve hatta bu ülke topraklarında izlettirme hayali içerisinde yanıp tutuştuğumuz bir grubumuz vardı. Onuda elimizden aldınız be arkadaşım.

Entwine'dan da tanınacak olan vokal Mika Tauriainen, sitelerinde nedenini ''Artık vizyonumuz uymuyor, Shamrain'in ilerki programlarını düzenlemesi de bu sebeple zorlaşıyor'' tarzı bir açıklama yapıp, grupla yollarını ayırmış.Yani türkçe meali; paşam Mika, Entwine'dan sebep, yeterli vakti ayıramadığı için, Shamrain olayına daha fazla sürdüremiyor. Grupta buna posta koyuyor. Olmadı be, olmadı... Hakikaten üzdün beni be goç?

Yeni vokal hatun Minna Sihvonen ile birlikte grubun soundunda da bariz bir değişiklik söz konusu ki, Post Punk sularına doğru bir kayış söz konusu. Bunu myspace adreslerine koydukları ''Everything Made Perfect Sense'' adlı parçayla da çok rahat anlayabiliyoruz.

Ayrıca grup yeni albüm kaydına da 2009 sonunda girecekmiş.

Puu allah kahretmesin sizi...

15 Eylül 2009 Salı

Uh ah dev adam, 12 DEV ADAM !

12 Dev Adam'ımız turnuva başından beri hakikaten şu reklam serisindeki gibi rakiplerinin karşısına çıkıyor ve müthiş bir mücadele ortaya koyuyor. Bu gece itibariyle de, aynı İspanya maçında olduğu gibi, bu tarz turnuvaların her zaman favori ve ekol ülkelerinden olan Sırbistan'ı, gerçekten ''dev adam'' gibi oynayarak uzatmada mağlup ettik.

Ha şunu da belirteyim. Bu kesinlikle galibiyet sonrası yazılmış, tamamen gaz içerikli bir yazı da değildir. Bu takımın (özellikle) savunma da ve hücumda, gerçekten takım gibi kenetlenip, aslanlar gibi mücadele etmesiyle turnuva başından beri bana hissettirdikleridir. Bu son karşılaşmayla birlikte, artık çoook daha iyi inanıyorum ki biz bu şampiyonadan kesinlikle madalya alacağız! (Turnuva sonunda ''ben demiştim'' diye hava atmak için yazılan bir cümledir bu.)

Şimdi önümüzde artık gerçekten zor bir yol var. Ama son iki maçta da gördük ki kesinlikle imkansız değil.Çarşamba günü grup 1.liği için oynayacağımız, çeyrek final öncesi yapacağımız son karşılaşma olan Slovenya maçı var. İki takımında ilk 2 garanti olduğundan, oyuncular için bir nebze daha rahat bir karşılaşma olacaktır. Umarım bunu avantaja çevirebiliriz.
İlk 8'den sonra artık takım ayrımı yapılmasa da, Slovenya maçını alarak, grup maçlarını namağlup bir şekilde 1. bitirir, psikolojik olarakta canavar gibi oluruz...

Hayda bre ! ! !

14 Eylül 2009 Pazartesi

Katatonia'dan beklenen ilk single ''Forsaker'' düştü!

Evet evet evet... Daha önceden şu şekilde haberini verdiğimiz, beklenen albümden ilk singlemız Forsaker malum ortamlarımıza teşrif ettiler...

Merakla beklediğimiz Night is the New Day albümünün ilk tanışma parçası olarak yayınlanan Forsaker ilk dinlemelere göre, aynen beklenildiği gibi son albümlerin doğrultusunda olarak karşımıza çıktı. Açıkçası kısa ve net olarak sevindiğim yön, odun gibi bir parça olmamış. Güzelcene yedirilmiş, duygu dolu sololarımızda mevcut. Albümü insan daha da bir merak etmeye başlıyor...

8 Eylül 2009 Salı

Fazla içme yoksa ''Yarra Yering''

Evet her ne kadar güncel bir haber olmasa da, yine de haftanın ilginçliği olarak bu güzide şarabı tekrardan hatırlatmakta faide görüyorum siz değerli blog okuyucularına...

İlk olarak 1921 yılında Avustralya Yarra Vadisi'nde üretilmeye başlayan bu şarabımız günümüzde de halen üretilmeye devam ediyormuş.

Avustralya'da tanıdıkları olanlara duyrulur! Bi şişede bize yollattırırsınız artık. He hacı?

www.yarrayering.com

7 Eylül 2009 Pazartesi

Blackbud

Tanım: Hakan Tamar’ın insanlara dinlemesi için inatla ve ısrarla önerdiği grup.

Her ne kadar Hakan Tamar sayesinde öğrenmemiş olmasam da (Üzülmelisin Hakan), karşınızda son yüzyılların en güzel indie gruplarından bir tanesi durmaktadır. Grubumuz İngiliz olmakla beraber, 3 kişi olarak takılmaktadırlar. Müziklerini dinlediğiniz zaman, “ben bu melodileri bir yerde duymuştum lan” ya da “bu kimin şarkısıydı, dur sen deme ben diyeceğim” derken bulacaksınız kendinizi. En azından ben bu tepkileri gösterirken buldum kendimi. Grubun en büyük özelliği de bu, saygı duyduğumuz müzisyenlerin bol bol etkisinde bulunmaları. Ancak bu durum kötü bir hadise değil; Blackbud bunu size o kadar güzel harmanlayarak sunuyor ki size eleştirmekten çok, müziğin güzel düşlerine kendinizi bırakmanıza sebep oluyor. En azından ben kendimde öyle hissettim.

Her neyse, Blackbud’ta bulunan etkilişimlere bakacak olursak öncelikle ciddi bir Radiohead etkisi görmek mümkündür. Bu etkiler daha çok Ok Computer dönemlerine denk gelir.Özellikle gitar soundu, Ok Computer albümünden fırlamış gibi durmakta.
Solistin sesi de bazı şarkılarda ciddi bir şekilde Thom Yorke andırmakla beraber, bazı şarkılarda Jeff Buckley olarak karşımıza çıkmaktadır. ( Buradan soliste seslenmek istiyorum. Kalıbının adamı ol, delikanlı ol. Başkasına benzeme, adam ol adam desinler...)

Yukarıda birazcık neleri andırdıklarından dem vurduk. Ancak Blackbud neleri andırdıklarından çok fazlasına sahip olan bir grup. İlk başta Blackbud’a tam olarak indie grubu demememiz gerek çünkü gerek soundları olsun gerekse biçimsel yapıları olsun yeterince progresif bir yapı içerisinde. Hatta bazen “alternatif rock mı yapıyolar lan?” Derken buldum kendimi. Gitarın sesini yüksek tutmaktan asla çekinmiyolar. Şarkılar içerisinde geçişler yeterince radikal ve progresif.

Şimdilik uykum geldi. Ancak Hakan’ın da dediği gibi dinlemelisiniz bu güzide grubu.. Değil mi Hakan? Bu arada Hakan, yukarıda üzülmelisin dedim, şaka yaptım sana..Üzülmemelisin Hakan , gün bayram günü Hakan..

Öptüm. Kib. By by.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Herşey Roll'unda! (gibi)

Evet öncelikle hep böyle harf oyunlu bir başlık atmak istemişimdir. Sonunda attım!

Neyse, günlerdir yazılıp çiziliyor Roll Dergisi kapandı diye. Hatta biz de blogumuzda ''Roll is over'' şeklinde yer vermiştik. Hatta ve hatta ben ilk burdan, yani Vecihi'nin yazdığı o yazıdan duymuştum bu acı haberi. (Haber yalanlanınca başlık silindi o ayrı.) Ama daha sonra Roll'ün kapanmadığına dair haberler gelmeye başladı ve içimize de biraz su serpilmiş oldu. Ancak bu olaylardan sonra içten içe bir düşünce seline kapıldım ki buraya bir şeyler çizittirmemin asıl sebebi de o.

İnsan hep böyle sıkıntılı dönemlerde kendini sorguluyor sanırım. Ya da biz hakikaten pis adamlarız... Aslında mühim soru şuydu;

''Madem dergi kapanınca bu kadar üzülüyorsun, neden aylık, düzenli olarak takip etmiyordun be adam?''

Sadece her ay 3-4 kere Mephisto'ya girip sayfalarını karıştırıp, ''acaba bu ay kimler var'' diye bakmakla olmuyor. 13 senelik bir dergi bile gözünün yaşına bakmadan, çat kapanıveriyor. Bu sebeple, tamamen bencil bir şekilde ''kendimi ayıplama yazısı'' yazma gereği duydum.

E peki ne oldu şimdi Roll'e?
Olan şudur ki; Roll, Ekim ayında edebiyat ve müzik bağlantısıyla özel bir sayı çıkarıyor. Kasım ayında ise normal içeriğiyle tekrardan bayilerde olmaya devam edecek.