28 Ekim 2010 Perşembe

The Do'dan Yeni Haberler

Geçtiğimiz günlerde haftanın şarkısı olarak da blogumuzda yerini alan The Do'dan güzel bir haber geldi!

2005 yılında kurulmuş olan Fransız Indie Pop ikilisi 2005 yılında, çekimlerinin bir kısmı İstanbul ve Kapadokya'da gerçekleşmiş olan ''Empire of the Wolves'' (Kurtlar İmparatorluğu) filmi için yaptıkları soundtrack albüm sayılmadığı takdirde, ilk albümleri A Mouthful (2008) ardından çıkaracakları ikinci albüm ve turnesini 2011 Mart ayı içerisinde yapmayı planladıklarını açıkladı.

Sadece bir albümle bizdeki etkisini bu denli yükseklere çekebilmeyi başarmış olan bu grup, belkide en kritik albümünü şimdi yayımlıyor. Umarım ilkinden alakasız, 180 derece değişen bir tarzla beraber sıçış bir albüm görmeyeceğiz bu beklemenin sonunda. Ve yine ahlar vahlar içerisinde Olivia Bouyssou Merilahti ablayı dinleyip, mest olabileceğiz.

http://clients.fcinq.com/cinq7/thedo/index.html


27 Ekim 2010 Çarşamba

C.Ronaldo Defansta Oynar mı?


Müzik ve Futbol birbirlerine çok benzerler. Eğitim süreci ve sonrası doğrudan benzer özellikler taşır. Bir futbolcunun gelişim çağındaki fiziksel gelişimi ve taktik bilgisi onun 17 yaşından sonra büyük bir yıldız olma yolunda ilerlemesi demektir. Tabi şans, ülke faktörleri de bunu doğrudan etkiler ama neyse konumuz bu değil tabi ki... 

Müzik içinde erken yaşta kişiye kazandırılmış fiziksel ve mental eğilimin ileri ki yıllarda hak ettiği yerde olmasa bile en azından doğru bir müzik karakterinde olacağını gösterebilir. Bu yüzden ülkedeki Müzik kültürünün orta okul çağındaki çocuklara blok flüt ve Serdar Ortaç soslu 7 nota üzerinden anlatılmasına anlam veremiyorum. Yakın zaman içinde 11 yaşındaki koleje giden bir kız çocuğunun piano eğitimi, Mozart ve Bach isimlerini ağzından düşürmemesi, yaşının gereği bunlar ile ön plana çıkma çabası açıkçası beni şaşırtmıştı. Klasik müzik eğitimi sadece parası olan, elit kesimin hak ettiği bir müzik türü değildir. Daha varoş kesimlerde pek çok çocuğun bağlaması sırtında gezdiğini görebilirsiniz. Bunun elbette kültürel farklılık ile doğrudan alakası vardır. Ama kalkıp müziğin dili, dini, ırkı olduğundan bahsetmek çok yersiz olacaktır. Bunu böyle algılayıp, müziği sınıflandırmak çok saçma olacaktır. Bach'ın nasıl bir müzisyen olduğunun tüm müzikle uğraşanların uzaktan ya da yakından bilmesi, ilgilenmesi büyük kazanç olacaktır. Tabi Bach'ın kim olduğunu ona öğretecek, varlığından bahsedecek kişilerin mutlaka her kesimde olmalıdır. 

Mesele virtüözlük falan değil. Disiplinli bir çalışma sonucunda mükemmel enstrüman hakimiyeti elde edilebilir ama mentalite olarak gelişmenin disiplinli çalışmayla alakası yoktur. Müzik gerçeğinin farkında olmak, o farkındalığı bol bol araştırarak, dinleyici olma kavramından sıyrılıp, üreten-müzisyen kavramına yaklaştırmak ile elde edilmesi gerekmektedir.

C.Ronaldo'dan kasıt şudur? Pes2010 oynayanlar bilirler. Oyuncuları mevkilerinde oynatınca puanları artar. Kalkıp C.Ronaldo'yu defansa koyarsanız tam puanlarını bilmiyorum ama sanırım 50-60 lara düşer. Müzik içinde mental ve fiziksel kapasite dahilinde grupların doğru strateji ile müzik yapmaları gerekmektedir. Aksi takdirde uzun stüdyo çalışmalar, öz güven kaybı, başarısızlık ve hüsran ile geçen yılların olması kaçınılmaz bir son olacaktır. 

Sex Pistols bir röportajında cover çalmaya çalıştıklarını ama iyi çalamadıkları için kapasiteleri dahilinde, kendi şarkılarını üretmeye karar vermelerinden bahsediyorlardı. Fiziksel olarak yetersizlik zaman içerisinde tolere edilebilir ama mental olarak eksikliklerin fark edilemezse tolere edilmesi çok zordur. O yüzden amatör grupların doğru zamanda doğru yerde olabilmeleri için kapasitelerinin farkında olarak, mentalitelerinin kapasitelerinin en az bir kaç yıl ileriden gitmesi koşuluyla, savundukları fikirlerin daima arkasında olmaları gerekmektedir. Şahsi görüşümdür ki kapasitelerinin sınırlarını daima zorlamalı ve o zorlamanın sonucundaki gelişimleri zamana yayarak gözlemlemelilerdir.

Daima ileriye doğru yürüyen insan ilk başladığı noktayı her adımda daha geride bırakacaktır. 

26 Ekim 2010 Salı

HAFTANIN ŞARKISI | Jehan Barbur - Neden

1980 Beyrut/Lübnan doğumlu dupduru bir ses. Aynı Zühal Olcay, Birsen Tezer familyasında olduğu gibi son derece naif ama bir o kadar da vurucu... Bugüne kadar bir çok projede, birbirinden değerli bir çok isimle çalışmalar yapmış olan Jehan Barbur takıldı bu hafta da kulaklarıma.

Daha önceden dinlenilen sıradan bir şarkı, kimi zaman ''doğru yerde, doğru zamanda'' dinlenilince çok daha başka yerlere sürükler ya insanı, işte Jehan Barbur'un ''Neden''i de aynen o etkiyi bıraktı bende. Repeat manyağı yapıp, sadece kendime saklayasım geliyor! (Yalaaan söylüyorsun)


Bu arada Jehan Barbur'un -biraz da denk düşmüş olan- yeni albüm haberiyle de bu postu güzel bir şekilde sonlandırmaktan mutluluk duyuyorum. Yarın itibariyle tüm müzik marketlerde Jehan Barbur'un 2. solo albümü olan ''Hayat''ı bulabilirsiniz efendim. Hatta şuradan da önceden bir dadına bakabilirsiniz.






http://www.myspace.com/jehanbarbur
http://www.jehanbarbur.com

20 Ekim 2010 Çarşamba

VİDEO # Massive Attack - Atlas Air

Massive Attack'ın son albümü Heligoland'ın son parçası olan Atlas Air'e bir adet video gelmiş bulunmaktadır efendiler.

Tez zamanda izlene!

18 Ekim 2010 Pazartesi

Stone Sour - Audio Secrecy

Çok klişe bir örnekle posta başlamak istiyorum. Müzikal gelişim -evrim- denen bir nane var ya hani? Çok sıradışı örnekler haricinde çoğumuz için de geçerli olan evrim.

Çok öteye gitmeyelim. Bu evrim önce yerli kaynaklı rockla başlar, sonra o sırada Metallica denen bir grup çıkar, sonra Nu Metal ve Grunge ortaya çıkar, sonra gitarın sesi artar ve Death Metal'e kayarsınız, artık müzikte kalite arıyorum diye bir anda progresif dinlemeye koyulursunuz, sonra anlarsınız ki başınız ağrımaya başlamıştır; 70'lere kayarsınız, sonra bir bakmışsınız yaş 25'lere gelmiş, artık kulak distortion duyduğunda "aboo" tepkisi vermeye başlıyor, işte o zaman indie ve ambient dinlemeye başlamışsınız..sonrasında jazz, alternatif, minimal vs... diye gider.

Galiba bu evrimsel sürecin tam da indie bölümündeyiz(m). Şimdilik sıkılmadık(m). Güzel gidiyor ama biliyoruz(m) ki her canlı fani gibi jazz ya da alternatif bir şeylere döneceğiz(m). Şu an geldiğim noktada bazı zamanlar oluyor ki hayatımda, geçmiş beni çekiyor. Nasıl eski sevgiliyi deliler gibi özlersin ya bazen, onun gibi bir anda geçmişimin müziğine dönüş yapabiliyorum. Bazen canım sıkılıyor ve distortion arıyorum, kulak zarım iflas etmesine rağmen.

İşte tam da o zamanlarda, eskiden dinlediğim gruplar tekrar gün yüzüne çıkıyor. Bu tanıma en çok uyan grubum Alter Bridge idi. Gerçekten çok sağlam bir prodüksiyona ve müzikaliteye sahip bir grup Alter Bridge. Ancak geçmişimde fazla alternatifi olmadığı için, bazen Alter Bridge'i dinlemek bana yetmiyordu. Yeni kaliteli işler ararken, karşıma bir anda Stone Sour çıktı.

Stone Sour'u önceden dinlemiştim. Artık müzikal evrimimin hangi zamanında denk geldi bilmiyorum ama dinlediğim zamanlar bir türlü gruba alışamadım. Sonra İstanbul'a geldiler, tekrar dinlediğimde "Aaa (bir arkadaşa gönderme var), güzelmiş lan Stone Sour" demiştim. Sonrasında yeni albüm çıkardılar ve Milliyetçi Hareket partisinin 40. yılı kutlu olsun!

Evet, cümleyi Stone Sour'a biraz zor getirdim ama bazen indie janrı haricinde başka müzikal tarzlardan müzisyenleri yazdığımda, ister istemez blogun isminden dolayı bir korku kaplıyor içimi. Bunu sürekli tartışıyoruz zaten. İşte bu sebeple, neden bazen farklı müzikal yazdığımızı anlatmak istedim.

Her neyse Stone Sour'a geçecek olursak, Audio Secrecy adındaki yeni albümlerini yayınladı grup. Malum olmayan yerlerden albümü indirdik ve dinledik. Hani şöyle diyeyim, uzun zamandır bu kadar doyurucu bir albümle karşılaşmamıştım. Albüm öncelikle çok enerjik ve sert bir albüm. Daha önce stone sour dinleyenler varsa,bu albüm öncekilere göre çok sert gelecektir.

Başlangıçta boşuna Alter Bridge'den bahsetmedim dostlar, şöyle ki Stone Sour yememiş, içmemiş Alter Bridge'ın müzikal yapısını kendi müziklerine aktarmışlar. Albümü dinlerken, Alter Bridge'e çok benziyor bu demekten kendimi alamadım. Peki neden benziyor diye soracak olursanız?

1- Kullanılan ikinci gitarların (özel bir terimi varsa bilmiyorum) müziğe kattığı dinamizm
2- Solistlerin aşmış performansı -İki solistin sesi de çok güzel-
3- Müzikal alt yapıların nerdeyse birbirinin kopyası olması
4- Kullanılan sound birbirine benzemesi

Peki bu durumda, son albümden yola çıkarak aralarındaki fark ne derseniz? Alter Bridge Modern Hard Rock icra ederken, Stone Sour biraz daha progresif sularda.

Neyse özetlemek gerekirse, Stone sour'un yeni albümü olmuş ancak kopya çekmişler. Başarıyla çekmişler . Çünkü çektikleri kopyaya kendi niteliklerini koyup, şimdilik kopya çektikleri adamdan daha iyi not almışlar. Bakalım Alter Bridge'ın yeni albümü nasıl olacak. Onlar da yoldalar.

Kelebek Uçuşması

Hani bazı şarkı uyarlamaları vardır ''cover'' diye tabir edilen. İşte bunlardan bazıları en alakasız insanın kulağında bile bir şekilde yer edinebilmeyi başarmış, kaba tabirle ''cover orospusu'' olmuş şarkılardır. Zaman zaman da bin bir çeşit sanatçı yahut grup tarafından ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur.

Ancak bunların bir de, şu örnekte de görülebilen ''bideğişik'' halleri de vardır ki; şarkı alınır, itinayla işlenir ve başka bir şey olarak topluma yeniden kazandırılır. İşte bu aynı, yıllar önce hoşlanılan hatunun/erkeğin, yıllar sonra tekrardan karşına çıkması ve o olduğu anlaşılmadan, ilk esnada başka biri zannedilerek, tekrardan midende hissettiğin o ''kelebek uçuşması'' durumudur.. (Kendi yazıp, sadece kendi anlayabilen yazarın haykırışıdır bu)

İşte onlardan birini daha gece gece anıp, paylaşmaktan mutluluk duyuyorum...

Patti Smith ve Smells Like Teen Spirit...



''Yok! Olmadı'' diyorsan; Tıkla!

14 Ekim 2010 Perşembe

HAFTANIN ŞARKISI | The Do - When Was I Last Home?

Son zamanlarda bir şekilde çevremde çok dinlenildiğini gördüğüm bir grup var. Belki de zaten dinlenilen bir gruptu ancak benim mazisi pekte eskiye dayanmayan tanışma hadisemizle birlikte her yerde karşıma dikilip, dikkatimi daha da bir çekmeyi başardılar. Evet, böylesine içli bir müziğe rağmen, isimlerinin baş harflerinden grup kuracak kadar da yüzeysel olan bu güzel Fransız Indie ikilisi The Do'dan bahsediyorum.

Bu sevimli, tatlı, duru sesin piyanoyla buluşması olarak da özetlenebilecek olan bu şarkıyı işitmek için tıklayabilirsiniz efem. ''Fazla söze ne hacet'' demişti diğ mi büyüklerimiz? (Yazıyı her zaman soru cümlesiyle bitiren blogger tipi.)

The Do Myspace

13 Ekim 2010 Çarşamba

Come Around Sundown ile Karşımızda Kings of Leon!

Yeni albümlerinden ilk single'ını geçtiğimiz haftalarda yayımlayan Kings of Leon, yavaş yavaş alışmaya başladığımız ''albümünü piyasaya sürmeden önce stream olarak paylaşıma açma'' olayını gerçekleştirerek bizlere albümü önceden dinleme imkanı sağladı.

http://radioactive.kingsofleon.com

Yukarıdaki linkten albümün tamamını dinleyebileceğiniz gibi, albüm ile ilgili bir de röportaja ulaşabilirsiniz.

Yayımlanan single'lar haricinde duyduğumuz bu ilk tınılar da Kings of Leon'dan boş bir iş gelmediğinin kanıtı olarak vurdu suratlarımıza.

Aslansın, kralsın sen...

8 Ekim 2010 Cuma

HAFTANIN ŞARKISI | Devics - Alone With You

Benim en sevdiğim janrlardan biri de ''Melek sesli hatunlar''dır. Hani şu ''Female vocal'' olarak da bildiğimiz tarz gibin...

Tamam öyle bir tür yok belki ama bana göre bal gibi de  var arkadaş. Seviyorum... Böyle dinlendiğinde içinde çeşitli hissiyatları uyandıran o melek sesli ablaları...

İşte onlardan biri de, Devics haricinde kendi solo albüm haberleri ile de kalbimizdeki yangını ateşleyebilen bir abla olan Sara Lov...

Her şarkısı birbirinden fena olan 2001 yılı albümleri My Beautiful Sinking Ship'ten, birkaç yıl önce yüreğeemizden vuran Alone With You, etkisi iyiden iyiye hissedilen bu sonbahar günlerinde, yeniden gönül telimizi titrettirebiliyor ya... Ee ben daha ne diyeyim?

Dinle!

Devics Myspace
Sara Love Myspace

2 Ekim 2010 Cumartesi

Sara Lov 'dan yeni solo albüm!!


Sara Lov, 'Seasoned eyes were beaming' adlı solo albümünden sonra iyiden iyiye Devics'ten kopma aşamasına gelmiş. (Bu solo albüm yapan solistlerin, albüm çıkardıktan sonra kendi gruplarından kopmasını hiç anlamıyorum, grupla ayrı bir şeysin sen solist, solo albümünde apayrı bir şeysin sen solist) Hatta öyle ki yeni solo albümünün çalışmalarına da başlamış ve hatta albümün adını dahi koymuş. Çıkacak yeni albümünün adını "I already love you" olarak belirlemiş.

Yeni solo albümünden bir kaç şarkıyı myspace adresine koymuş. Koyulan şarkılara bakılırsa müzikal anlamda çok radikal bir değişiklik yok, hatta ilk solo albümünün devamı niteliğinde şarkılar olmuş denilebilir.

Ancak bu kadar güzel haberden sonra, Sara Lov'un albüm çıkartacak plak şirketi henüz bulamamış. Hala albümü çıkartacak bağımsız plak şirketi arıyormuş.

Ee kızım plak şirketi bulamadıysan, albümün adına kadar her şeyini niye tamamladın ki?

Sara şizoya bağlamış olabilir.
http://www.myspace.com/saralov