Her müzik grubu, benim için mevsimlerin kulağıma fısıldayan bir halini simgeler. Kış aylarında buz tutup, olabilecek en sıcak şeylere koşarken, çektiğim fotoğraflarda lensime yapışan kar tanelerinin birer şarkı eşliğinde düşmesi, nasıl ki aklıma ilk olarak Midlake'i getiriyorsa, sonbaharın tatlı sert havasında Marble Sounds'u arıyor kulağım. Sonbahar, genellikle kışın hissettirdiği hüznün bir alt basamağındadır. Fakat bu grup salt hüznün adı değil. Onlar sonbaharın içinde barındırdığı gizli mutluluğu da ortaya çıkarıyor. Mevsimin kafamdaki net çerçevesini kırabilmiş ve kendine çok güzel yer edinmiş şekilde dolanıyorlar kafamın içinde. Sırf bu yüzden bile normallikten sıyırabilirim kendilerini.
Marble Sounds'un olduğu yerde samimiyet ve başkalık var. Adını tam olarak koyamadığım bir büyü, bir gizem var. Bunu dememin sebebi de, onlarla tanıştıktan sonra çoğu yeni keşiflerimin beni tatmin etmemesi. Her yeni tanıştığım grupta onların tadını bulmaya çalışıyor oluşum, onların değerini pek tabii arttırmış oluyor gözümde. Fakat benim de tınılardan haz alma çeşitliliğimi köreltiyor. Büyüden kastım belki de budur. Beni sadece kendilerine çekip, diğer tınılardan uzaklaştırdılar. Bu büyüyü bende yaratan nadir gruplardan biri olduğu için hala kendimi toparlayabilmiş de değilim açıkcası. Bunun yanında, fotoğraf çekmeyi fazlaca seven biriyseniz, çektiğiniz fotoğrafların size anlatmak istediği bir şeyler olduğunu da bilirsiniz. Ben bu anlamların sadece görsellikle sağlanmadığı kanısındayım. Eksik kalan diğer yanı tamamlayacak olan şey kesinlikle müzikse, işte o noktada çoğunlukla Marble Sounds aklımı çeliyor şu aralar. Belki de uzun bir süredir. Kimilerinin yüzünü güldürmek, asmak ya da herhangi duygusal anlam taşıyan şeyin yoğunluğunu hissetmek ve hissettirmek, o an için basit, o hikayenin içine dahil olmaksa bir o kadar derin ve meşakatli. Marble Sounds'un tam olarak yaptığı şey de bu bence. Hikayelerinin derinliğine yolculuk yapmayı sağlamak. Yabancılık çekmeden.
Vikipedilik yapıp iki albümleri olduğunu ve bunların içinden hangisinin daha ağır bastığı sorusuna bir cevap vermem gerekirse, bu sene çıkardıkları "Dear Me, Look Up" olacaktır cevabım. Katiyen "Nice is Good"a gönderme değil ama bu son albüm ilkine göre çok daha fazla içine almış durumda beni. Kimi albümlere diğerlerinden daha fazla hakim olmak istersiniz. Çalan her şarkının tınısını kazırsınız ya içinize... İşte bu öyle bir albüm. Melodiyle birlikte hikayeleri de kazıyorsunuz en içinize, en derininize.
Adamlar, "I try to live my mistakes." diyerek kimilerinin büyük egoları yüzünden söylemeye cesaret edemediği bir cümle kurmuş olup, hepimiz adına mutlak bir doğru oluşturdular. Yani diyeceğim o ki, onlar aslında hepimizin içindeler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder