Beirut'u ilk dinlediğim günü hatırlıyorum, beynimden vurulmuşa dönmüştüm, hatta "Postcards from Italy" dinlediğim zaman,
'dünyada halen masumiyetini yitirmemiş insanlara yer var' bile demiştim. Beirut'un müziği, kaybettiğimiz masumiyetimizi de tekrar düşlemeye sebep olmuştu.
Sonrasında Erasmus deneyimim ortaya çıkıverdi, İspanya'da ilk günlerim, Madrid'i arıyorum, keşfediyorum. İspanyolca bilmiyorum, kulağımda bir çift kulaklık ve Beirut "Gulag Orkestar" ile masumiyeti düşleme artık, tekrar kazanabilirsin dedi. İlk albüme oranla çok daha oturaklı bir albümle, çok daha melodik bir albümle geri dönüş yapmıştı Beirut.
Şimdi ne zaman o albümü dinlesem; Sol'deyim, Retiro'dayım ya da yeni bir ülkede olma heyecanı içerisindeyim.
Sonrasında çıkarılan ara albüm, cenazemde çalınacak şarkıyı barındırıyordu. La Llorana. Beirut daha ne kadar büyüyebilirdi ki? Bu ara albüm aslında, bir sonraki albüm için de fazla beklentiye girmememi söylüyordu ama o an hiç anlamadım bunu.
Artık Beirut denince akan sular duruyordu, ülkemde dinlemek istediğim grupların en başında geliyordu Beirut.
Gel zaman git zaman Beirut, yeni albümü olan The Rip Tide'ı yayınladı. Büyük heyecanla beklediğim albümü ilk dinlediğimde, heyecanlanamadım, sevinemedim. Sıradan bir albüm gibi gelmişti. Albümün hiç bir cezbedici yanı yoktu, yavandı. Eski melodik şarkılar yerini, daha sakinliğe bırakmıştı. Eski masumiyeti barındıran şarkılar, şimdi daha kekremsi bir tat bırakıyordu...
Gerçekten enteresan bir albüm, sanki önceki albümleri yapanlarla bu albümü yapanlar aynı kişiler değiller ki şarkıların alt yapıları nerdeyse aynı başka bir değişle sound bildiğiniz Beirut sound'u ama bir Nantes yok albümde, bir Sunday Smile yok. Albümü alıp götürecek bir şarkı yok.. Oysa benim Beirut'umda tüm şarkılar albümü alıp götürürdü...
Beirut'un son albümü tam anlamıyla bir düş kırıklığı benim için, beklentileri çok yükselten bir gruptan, böyle bir albüm gelmesi ister istemez beni üzdü. Oysa ben Beirut'la tam da masumiyetimi tekrar kazanacaktım, elimden kaydı gitti saflığım...