Johann Sebastian Bach; İstanbul'a gelmiş. Hani şu medeniyetlerin falan kesiştiği yere. İstanbul neresi? Tek bildiğim İstanbul'a geldiği iddia edilen JS Bach'ın var olduğu İstanbul'da yaşamadığım gerçeğidir.
İstanbul'u İstanbul yapan gök delenleri değil, arka sokaklarıdır. Balıklara su serpen, naylon eldivenli çarşı esnafıdır. Elleri çamurun, toprağın içinden çıkmayan çocuklarıdır. Pazar poşetleriyle eve doğru yürüyen anneleridir. Otobüste gazetesini kıvırıp portatif hale getiren, gözlüğünü burnunun ucuna kadar indiren babalarıdır. Sokak müzisyenleridir. Kaygılarla modern olmak, Türk Örf ve Adetlerine sıkışıp kalmış gençleridir. İstanbul'u İstanbul yapan detaylar Varşova'da neyse, Tokyo'da da aynısıdır.
Sabah cebimdeki 5 TL ile evden çıktığımda işe gidebileceğimi ama bu parayla dönemeyeceğimi çok iyi biliyordum. Minibüs'e binsem 1,75 TL, inip metrobüse bin 2,10 TL, vapurla geçsem 1,75 TL daha... Minibüsçüye 2 TL verip 'Kadıköy' dedim. Rıhtım'dan sallana sallana yürümeye başladım. Cebimde 3 TL vardı. İşe gitmek mesele değildi. Hala gidebilirdim. Bu durumda gitmek manasız olacaktı. Telefonumun mesaj bölümüne "Ailevi nedenlerle işe gelemiyorum" yazıp gönderdim. Sonra Beşiktaş iskelesinden 1 TL ye simit aldım. Moda'ya doğru yürümeye başladım. Cebimde 2 TL kalmıştı. Moda sahilde oturduğumda simit midemde iyi bir yer edinmişti. 35 dk kadar oturdum sahilde. Kargalar midye kabuklarında yiyecek bir şeyler arıyorlardı. Kediler kargaları kovalıyordu. Arkamda sabah sporu yapan insanlar gidip, geliyorlardı. Köpekler vardı az uzakta. Bir birleriyle kavga ediyorlardı. Aklıma John Fante'nin Roma'nın Batısı kitabındaki sahne geldi. Kitapta Rocco'nun heybetinden mahalledeki diğer köpekleri nasıl alt ettiğini anlatıyordu. Kalktım. Tekrardan Kadıköy Rıhtım'a oradan da minibüs duraklarına gidip, eve dönmeyi düşündüm. Moda'dan aşağıya doğru inerken, ortadaki elektrik trafosu mu nedir bilmiyorum, üzerinde bir afiş "BACH" yazıyor. Tramvay yolundaki ufak korumalıklarından atlayıp karşı yola geçtim. Afişi inceledim. Bach İstanbul'da...
Kötü başlayan gün güzel bir seramoniye dönüştü. Ara sokaklardan, rıhtıma indim. Ada Kitapevine girdim. Kitaplara bakınırken, bir süredir aradığım kitabı buldum. Theo'ya Mektuplar - Van Gogh... Arkasını çevirdim. 16 TL... Kitabevinden çıktım. Garanti Bankası ATM sine gittim. Bakiye 0 TL... Teşekkür ettim ve tekrar eve doğru yola koyuldum. Minibüs duraklarının önüne doğru yaklaştığımda Annem arayarak nerede olduğumu sordu. Kadıköy'de geziyorum dedim. Yanıma geleceğini söyledi. Geri çevirmedim. Yanıma geldi. Simit Sarayında ikinci simit faslını bir bardak çay ile kutladık. Sonra birlikte eve döndük.
Bir Baba Indie; okurları. Blog yazmaya başladığımda herkesin ilk başlarda yaptığı gibi "Sevgili Günlük" modunda yazıyordum. Kişisel blogum sayesinde ne özelim kaldı ne bir şeyim. Sevgilinden ayrıl hop yaz-gönder. Kafan birine bozulsun yaz-gönder. Kimse kimsenin özel hayatını okumak, saçma sapan sıradan hayatlarımızı okumak zoruna değil. O yüzden kişisel blogumu sonsuza kadar sildim. Yazdıklarımla birlikte. Yukarıdaki yazdığım her şey gerçek ve bugün yaşadığım "kişisel" şeyler.
Peki niye yazdım? Bach ile ne ilgisi var?
Affınıza sığınıyorum. Olayı kişiselleştirmek değil niyetim. Kaç kişiyiz? diye düşündüm. Kendi durumuma emsal bir sürü insan olabileceğini var sayarak kimsenin umurunda olmayan kişisel hayatımdan bir parça paylaşma ihtiyacı duydum.
Fakir edebiyatı yapacak durumda değilim. Üstüne basa basa her yazımda değinmeye çalıştığım şeyler var. Müzik ve sanat üzerine kaygılarımı dile getirdiğim bir çok yazı var. Olayı bağlamak istediğim nokta ise bu olayın pazarlama boyutuna girmesi, metalaştırılması. Müzikal Irkçılığın karnını beslemesi, göbeğini şişerek geğirtilmesidir.
Sokaktaki her hangi bir adamın. Müziğe veya sanata (Bach'ın diğer sanat dalları ile sentezlerini araştırarak öğrenebilirsiniz) eğilimi olan ama bunun farkında olmayan birinin, bir üniversite öğrencisinin, bir konservatuvar öğrencisinin, tek suçu sadece Bach'ı sevmek olan birinin Bach'ın eserlerini canlı dinleme hakkı yok mu?
Var ama her şeyin bir bedeli var! Öyle değil mi?
Benim varoşlardaki sadece bağlama öğreten Türkü sevdalısı eğitmenleri, Türk Musikisi dinle evladım diyen yaşlı amcalarımı eleştirirken, Müziği ayrıştırmayın, müziğin ülkesi mi olur diye eleştirirken yerden yere vurduğum insanlara karşı dik durmaya çalışırken "bak gördün mü? Bach dinle diyorsun. Bir konser kaç para haberin var mı?" demeleri sonucunda ne yapabilirim?
İstanbul'un ücra köşelerini geçtim. Mardin'deki, Kayseri'deki, Niğde'deki hatta diğer metropol şehirlerimiz Ankara, İzmir, Antalya'daki insanların dahi Bach'ın eserlerini canlı dinleme şansları neredeyse yok.
Peki Bach kimin için İstanbul'da? Hayatında Türkü'den ötesini dinlememiş insanlar için mi? Kral TV'de 'Aa! Demet Akalım çok tatlı' diyen kız çocukları, 'Beste Makinesi Serdar Ortaç' diye haber yapan magazin bültenleri için mi?
Biri bize açıklayabilir mi?
Bach kimin için İstanbul'da?
Cevabını biliyorsanız lütfen avucunuzun içine not edip, kalbinizin üstüne koyunuz. Şimdi uyuyabilirsiniz.
Tatlı uykular.
//
Dipnotlar:
European Union Baroque Orchestra
St. Antuan Kilisesi, İstanbul
1. Kategori - 112.00 TL
2. Kategori - 89.00 TL
3. Kategori - 67.00 TL
4. Kategori - 56.50 TL
Santa Maria Kilisesi, İstanbul
112.00 TL
"Bachtronica" Erdem Helvacıoğlu -Pete Lockett
garajistanbul, İstanbul
Ayakta - Tam 78.50 TL, Öğrenci 58.50 TL
J.S. Bach Çello Suitleri - Jiri Barta
St. Antuan Kilisesi, İstanbul
1. Kategori - 112.00 TL
2. Kategori - 89.00 TL
3. Kategori - 67.00 TL
4. Kategori - 56.50 TL
St. Antuan Kilisesi, İstanbul
1. Kategori - 112.00 TL
2. Kategori - 89.00 TL
3. Kategori - 67.00 TL
4. Kategori - 56.50 TL
St. Antuan Kilisesi, İstanbul
1. Kategori - 138.00 TL
2. Kategori - 112.00 TL
3. Kategori - 83.00 TL
4. Kategori - 56.50 TL
*biletix
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder