***
Melissa'yı dinlediğim ilk zamanlarda yaptığı müzik için "çok seksi lan bu" demiştim. Sonrasında dinledikçe bu düşüncem daha da sağlamlaştı. Bu kadın böyle bir müziği yaratmak için dizayn edilmiş bile dedim. Gerek riffler olsun, gerek ritimler olsun, gerekse vokaller olsun, bu seksi müzik tanımını tamamlayan öğeler. Hiç biri birbirinin önüne geçmeyen, tam kararında kullanılan enstrümanlar. Tarifsiz bir müzik.
Aylar geçtikten sonra, Melissa Auf der Maur ablamızın yolunun İstanbul'a düşeceğini öğrendim. İlk duyduğumda o kadar çok sevinmemiştim aslında. Böyle bir müzik nasıl canlı çalınabilirdi ki? Hani bir yanım "gitme lan" bile dedi. En azından kafamda bu kusursuzluk kalmalıydı. Sonra el pençe biletleri almak zorunda kaldık tabi.
Biletleri aldıktan sonra Melissa'nın canlı performanslarına bakınmaya başladım. Hani tam da korktuğum başıma gelmişti. Albümdeki o hava, canlı performansta yoktu. O seksi müzik, yerini kuru bir müziğe bırakmıştı. Video'ya fokuslanınız.
Her neyse aylar geçerken, konser zamanı denk geldi. Hala istemeyerek gidiyordum. Kejura ile beraber, İksv Salon'un yolunu tuttuk. Konser başlamadan Melissa'nın Sundance film festivalinde gösterilen, son albümüyle aynı adı taşıyan "Out of our minds" filmini izledik. Filme fazla konsantre olamadığımı söylemem gerek.
Film bittikten sonra sahne sırası Melissa'daydı. İşte o an, ilk notalar ve devrelerin yandığı an.. Tarifsiz bir kadın sahneye çıkıyor ve ilk albümünden bir şarkı çalıyor -muhtemelen Real A Lie- ve o an tüm endişeler yerini o seksi müziğe bırakıyor. İlk şarkıyı ağzım açık izlediğimi söylemek istiyorum. Bir şarkı canlı bu kadar güzel çalınabilir. Bir kadın sahnede yaptığı müzikle bu kadar bütünleşebilir ve ben bu cümleleri henüz ilk şarkı biterken bu kadar rahatlıkla söyleyebilirim.
İlk şarkı konserin nasıl geçeceğini müjdeler nitelikteydi. Diğer iki şarkıda ilk albümden geldi. Seyirci ilk albümün ritmik yapısından dolayı yeterince konser dozajına girdi. Sonrasında ikinci albümden -Out of our minds- The Hunt çalındı. The Hunt çalınırken, post rock gruplarına bu şarkıyı canlı olarak binlerce sefer dinletilmeli abi diye iç geçiriyordum. Resmen post rock gruplarına ders niteliğinde bir performanstı.
Benzer problem bu sefer de ikinci albümden şarkıları çalarken ortaya çıkıyordu. İkinci albümden şarkıları çalınırken, Melissa o ruhu veremedi malesef. Eksikti. Olmuyordu. İşte bu eksiklik Melissa'nın inanılmaz sahne performansıyla ortadan az da olsa kalkıyordu. Bir kadın sahneyi bu kadar mı iyi kaplar? Bilemiyorum. Dalgalı uzun saçları, hareketleri, dansları, enerjisi ve seyirciyle olan diyaloğu. Melissa'nın sahne duruşuna, o karizmatik tavrına diyecek laf kalmıyordu. Hele ki bu sahne duruşu, ilk albümden çalınan şarkılarla beraber olunca o an orgazm'dan -çok klişe oldu, farkındayım- farksız anlar yaşatıyordu, yaşadık.
Konser Followed the Waves ile bitti. Konserin heralde en çoşkulu anları bu şarkıyla yaşandı. Tüm salon şarkının ritimlerine kendine kaptırmıştı. Hepimiz "Skin Receiver" çalmadı, bis'te çalması gerekir derken, tam da beklediğimiz gibi bis'te Skin Receiver çalındı. Sonrasında turnenin son şarkısı olduğu için belki de bize özel bir kıyak geçerek The Doors'tan When the music's over çaldılar.
Gerçekten uzun zamandır dinlediğim en iyi konser olarak tarihime geçebilir. Tool konserinde kendimden geçerek çıktığımı hatırlıyorum, aynı duyguyu dün gece yine yaşadım. İnanılmaz, tarifi zor bir konser oldu. Özellikle Melissa'nın inanılmaz performansı için bile saatlerce orada kalınabilirdi ki olgunlaşan canlı performans işin tuzu biberi oldu. Gerçekten inanılmazdı.
Bir kadın sahne üzerinde bu kadar mı karizmatik durabilir? Bir kadın sahneyi bu kadar mı kaplayabilir? Bir kadın, bir kadın, bir kadın...
Edit: Gitaristler Haneke'nin Funny Games (2007) karakterlerine benziyordu. Giydikleri sahne kıyafetleri, saçların modelleri, hareketleri vs...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder