29 Kasım 2011 Salı

The Black Keys'ten 3 yeni parça daha...

Yeni albümü El Camino'yu 6 Aralık'ta çıkartacağını daha önceden açıklayan The Black Keys, yayımladığı "Lonely Boy" ve "Run Right Back" single'larının ardından, yeni albümden 3 parçayı daha paylaşıma açtı.

Yeni paylaşılan "Gold on the Ceiling", "Little Black Submarines" ve "Sister" adlı parçalara grubun resmi internet sitesi üzerinden erişmeniz mümkün.

http://www.theblackkeys.com/news/5-songs-el-camino

Okkervill River'dan yeni bir ücretsiz EP!

Bu yıl içerisinde yayımlanan son albümü I Am Very Far'ın ardından boş durmayan Okkervil River, 2007 yılında yayımladığı albümün devamı niteliğinde bir EP'ye de imza attı.

İçerisinde bulunan 9 şarkıdan 8'inin konserlerde kaydedilmiş cover parçalardan oluşan Golden Opportunities Mixtape albümünün devamı niteliğindeki Golden Opportunities Mixtape 2 yine, "yeniden derlenmiş" 5 adet eserden oluşuyor.

1. It is So Nice to Get Stoned (Ted Lucas cover)
2. U.F.O. (Jim Sullivan cover)
3. One Soul Less On Your Fiery (The Triffids cover)
4. Plan D  (Bill Fay cover)
5. Dry Bones (Anonim)



Toplam da bir günlük bir süre zarfında canlı kaydedilen bu albüme ise, yine grubun resmi internet sitesinden "bedava"ya ulaşmanız mümkün.

28 Kasım 2011 Pazartesi

VİDEO | Gevende - Igloo (Akustik Versiyon)

Çıkardıkları ilk albüm ''Ev''in 5 sene sonrasında, açıldıkları başka sulardan yayımladıklarını söyleyebileceğimiz 2. albümleri "Sen Balık Değilsin Ki" ile iyice bağrımıza bastığımız Gevende'den yeni bir akustik video geldi!

Mardin dolaylarında, son albümlerinin 4. şarkısı olan Igloo'ya çekilen bu akustik performans için buyursunlar;

Ayrıca bu video üzerine, grubun "nerede" ve "ne zaman" çalacağını merak edenlere de şöyle bir cevabımız var!

28 Kasım 2011 Pazartesi @ Haymatlos 

http://www.senbalikdegilsinki.com
http://www.gevende.com/

27 Kasım 2011 Pazar

No Clear Mind: Kış Güzellemesi

Sanırım No Clear Mind ile yaz ortasında karşılaşmıştım. Sıcak hava, rüzgarın az dahi olsa esmek için kendini yormak istemediği günler... İnsanın melankoliye sürüklenmesi için hiç bir sebebi olmadığı, olamadığı sıradan yaz günleri. Sadece uyumak ya da -tatildeyseniz- tatilde eğlenmek tüm insani 'çabalarınız'. Varoluş yok gibi.

İşte bu günler içerisinde, sıcağın tam ortasında No Clear Mind ile karşılaştım. O sıcak günler, birden soğudu. Üşüttü beni No Clear Mind tek şarkısı ile -Dream is Destiny-. Tek şarkılık gruptur diye, diğer şarkılarına bakmadım bile. Sonra Kejura'ya 'dinle bunları' dedim, o da "Static de çok iyi" dedi. Static için de benzer duygular oluştu. Bir gece içerisinde ve yazın ortasında hayatımı kaydırma potansiyeli yüksek iki şarkıyla rastlaştım. Çok enteresan bir duyguydu ki yazın ortasında üşüyordum, kışa güzelleme gibiydi No Clear Mind.

Biliyordum ki bu notalar ancak ve ancak kış aylarının soğuyla güzelleşebilir, anlamlaşabilir. Enteresandır ki yazın ortasında bile No Clear Mind beni çok çok derinden etkiledi, uzun zamandır yaşamadığım sebepsiz yere müzik dinleme huyumu tekrardan ortaya çıkardı.

Analize pek fazla girmek istemiyorum ancak No Clear Mind uzun zamandır dinlediğim en dingin, en depresif notalara sahip grup. Hatta pek uzakta değiller, Yunan bir grup No Clear Mind. Tek albümleri var, sonrasında dağıldıklarını ya da müziklerine ara verdiklerine dair bir bilgi var ama emin değiliz bu bilgilerden. Kesinlikle dinlemeniz önerilir, özellikle Dream is destiny ve Static grubun zirve yaptığı iki şarkı, bu şarkılara özel ilgi geçmenizi tavsiye ederim.

Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, No Clear Mind'ı dinlediğim günün gecesi İstanbul'da fırtına olmuştu.



21 Kasım 2011 Pazartesi

VİDEO | Fleet Foxes - The Shrine/An Argument

Fleet Foxes, 2011 çıkışlı albümü Helplessness Blues'dan bir video daha paylaştı!

Animasyon şeklinde hazırlanan bu video klip, grubun frontmani Robin Pecknold'ın kardeşi olan Sean Pecknold tarafından, albümün 8 dakikalık en uzun parçası olan The Shrine/An Argument'a çekildi.


The Shrine / An Argument from Sean Pecknold on Vimeo.

16 Kasım 2011 Çarşamba

VİDEO | Nada - Oda

Norrda, Mira gibi projelerden de tanıdığımız iki kuzen Selen Hünerli ve Miray Kurtuluş Mart ayında yayımlanan ilk albümleri Oda ile aynı adı taşıyan şarkılarına bir de klip geldi.

Facebook
Twitter
Soundcloud
MySpace
Vimeo

15 Kasım 2011 Salı

On Your Horizon cephesinden son gelişmeler...

Sevdiğimizi her defasında belirttiğimiz gruplardan biri olan On Your Horizon, davulcusu Ender Akgün'ün Aralık ayında askerliğe gidecek olmasından ötürü Kasım ayı içerisinde 2 adet konser vereceğini açıkladı.

Bunlardan ilkini 18 Kasım Cuma gecesi Kafabindünya ile birlikte Peyote'de gerçekleştirecekler.


Akabinde ise, 20 Kasım Pazar gecesi, yaklaşık 8 ay sonra dönecekleri Eskişehir'de, bir nevi ''eve dönüş'' konserini Up'n Down'da verecek.


Son olarak, grubun geçtiğimiz yaz Mogwai'nin headlinerlığını yaptığı Rock'n Coke - Coca Cola Zero Sahnesi'ndeki güzel performanslarından biri olan Isolation videosu ile baş başa bırakalım sizleri.

Lotte Kestner'dan Kings of Convenience cover'ı!

Daha önceden son albümden bahsetmiş olsak da Lotte Kestner ismi sizin için pek bir şey ifade etmeyebilir belki... Peki ya Anna Lyne Williams? O da mı olmadı? Sanırım Trespassers William dememiz, anlaşılabilir olmamız açısından daha iyi olacaktır.

Aslında tüm bu isimlerin ortak noktası Anna Lyne Williams... Lotte Kestner'da onun son zamanlarda takıldığı solo projesine verdiği isim.

Anna Lyne abla bu sefer de, yine çok sevdiğimiz Kings of Convenience'ın Riot on an Empty Street albümünden sevdiğimiz şarkısı Misread'i çok güzel bir şekilde coverlamış. Ki bu işi ne kadar güzel yapabileceğini bize TW ile yaptığı U2 coverı Love is Blindness ile de gayet güzel göstermişti.


13 Kasım 2011 Pazar

Dileğin kabul oldu Lana Del Rey, tüm dünya seni konuşuyor!

Konuk yazarımız Beriberibulue tarafından yazılmıştır. Kendisine teşekkürlerimizi sunarız. :)



Birazdan okuyacağınız yazıda adı geçen şahsiyeti tanımıyor olabilirsiniz. Tanıyor ama kimse bilmesin, ayağa düşmesin diye gizlice dinliyor da olabilirsiniz. Ben Video Games ve Blue Jeans i biliyorum gerisini de merak ediyorum diyorsanız doğru yerdesiniz. Çünkü Lana Del Rey nam-ı diğer Elizabeth (Lizzy) Grant hafife alınmaması, iki üç cümleyle geçiştirilmemesi gereken bir şahsiyet. Yakın zamanda adından epeyce söz ettireceğini biliyoruz. Kimdir, nedir, ne yer, ne içer, o dudaklarda bi asimetri var ama ne gibi sorularınıza tatminkâr cevaplar alacaksınız ancak bu yazıda değil. Bu yazı tamamen yazarın hissiyatları ölçüsünde oluşturulduğundan ya şimdi okumayı bırakın ya da… Bırakmayın ama yaa, benim de söyleyeceklerim var!


Hemen hemen her Amerikan filminde kendine sahne bulan American diner’lerını bilirsiniz. Genelde kamyoncuların uğrak yeri olan, yoldan geçen diğer taşıtların ayaküstü bir şeyler yiyip dinleneceği mekânlar. Burada çalışan genç ve güzel Amerikan kızlarının tek bir hayali vardır. Bu küçük kasabadan bir gün kaçıp New York’ta yeni bir hayata başlamak. Benim izlediklerimde böyle oluyor genelde. Lana Del Rey şarkılarını ilk dinlediğimde kafamda hep böyle bir sahne vardı. Aradığı aşkı bulamamış (bkz. Kill Kill), güzelliğini kasaba sınırlarının dışına çıkarmak isteyen (bkz. Brite Lites), bunun için büyükannesinden akıl alan (bkz. Gramma), çocuksu bir masumiyetle hoşlandığı ilk adamın kollarına atılacak olan(bkz. Put me in a movie), hüzünlü (bkz. Yayo), seksi bir küçük kasaba parti kızı (bkz. Smarty).



Dinlediğim her şarkısında aynı kadını gördüm ben. Yalnız ama asla mutsuz değil. Sadece bir şeyler eksik kalmış hayatında ama ne olduğunu bilemiyor o da sadece ilgi istiyor: (*)“i wanna be the whole world’s girl grandma’, tell me do you think that’s wrong?” bunu özetliyor bence.

“Şarkılara hayat veren” diye bir tanım var ya hani, bu hatun şarkılarına kendini yerleştirmiş biri kesinlikle. Estetikli bir burun ve dudaklar, objektife atılan şuh bakışlar onun hüznünü alıp götürmüyor. Daha çok şarkı yazsın daha çok anlatsın kendini istedim ben. Ne güzel ki 2012’de yeni albüm söylentileri çıktı bile.  

Ekşisözlük’te Amy Winehouse benzetmesi yapılmış kendisi için, Allah sonunu benzetmesin diyor, Blue Jeans dinlediğim en muhteşem şarkılardan biri olmasına rağmen kendisini dinlemeye buradan başlamanızı öneriyoruz.



11 Kasım 2011 Cuma

VİDEO | dredg - The Thought of Losing You

Geçtiğimiz ay ülkemize gelerek, (* ya da **) sonunda sevenlerine kavuşan dredg, son albümü Chuckles and Mr. Squeezy'den bir video daha paylaştı.

Albümün 7 numaralı parçası The Thought of Losing You'ya çekilen bu klip için sizi aşağıya alalım.

10 Kasım 2011 Perşembe

VİDEO | Multitap - Ben Anlarım

Geçtiğimiz ay yeni albüm haberini verdiğimiz Multitap, 2. albümleri ''Özel Birisin''in ilk single'ı olan Ben Anlarım'a yepyeni bir de video klip çekmiş bulunuyor!

Grup ayrıca 11.11.11 yani yarın, yeni albümün ikinci konserini de Bronx Pi Sahne'de veriyor.
http://www.facebook.com/event.php?eid=170542906365399

Dumanı üstünde video için buyursunlar;

The XX her yerde!


21 Kasım'da çıkacağı açıklanan Rihanna'nın Talk That Talk ismindeki yeni albümünde yer alan Drunk on Love adlı şarkıda tanıdık melodiler de yer alıyor.

Rihanna tarafından ''Intro''su sample olarak kullanılan The XX, geçtiğimiz hafta yeni albüm kayıtlarına başladığını Facebook aracılığıyla sevenlerine duyurmuştu.



Ayrıca 6 Aralık tarihinde ülkemizi ziyaret edecek olan The Antlers da 22 Kasım tarihinde çıkacak yeni EP'lerinde The XX'den VCR'ın yeniden düzenlenmiş halinin bulunacağını da belirtmişti.

Kopuk Yaylası (Steven Wilson - Grace for Drowning)

Steven Wilson'ın nasıl hayatı var çok merak ediyorum. Artık bu soru üzerine ciddi ciddi düşünmeye başladım. Yemeden içmeden yaşasa; -ki öyle bir ihtimal var gibi gözüküyor- bu kadar proje ile ancak ve ancak başa çıkabilir diye düşünüyorum. No Man, Blackfield, Porcupine Tree, Storm Corrosion ve kendi kişisel projeleri sadece benim bildiklerim. Prodüktörlük, mixing gibi yaptığı işleri hiç saymıyorum bile. Bir insan bunları hayatına nasıl sığdırabilir, biri bunu bana otursun ve tane tane anlatsın. Nasıl bir enerji var ki bu adamda, tüm bu 'işleri' zamanında yetiştiriyor. Hayır, tüm bu işleri de çok da iyi yapıyor, işte şalterlerimin attığı nokta tam da burası. Aklım alamıyor bu durumu, arkadaş benim hayatıma bakıyorum iki iş yaptığım zaman, dünyam şaşıyor, muhakkak bir şeyler eksik gidiyor. Bu adam her şeyi nerdeyse eksiksiz yapıyor...

İşte bu eksiksiz düzen içerisinde, Steven Wilson son albümü olan Grace for Drowning adlı son albümünü çıkardı. Steven Wilson ilk solo albümü olan The Insurgentes ile farklı sulara yelken açmıştı. Farklı sulardan kastım 'kaotik' bir müzik. Porcupine Tree'nin progresif yanıyla tamamen zıt bir yapıda olan, müziğin karanlık bir alt yapısının olduğu (melodik bir karanlık değildir kastım) ve hatta yer yer korkutucu bir atmosfere bürünen notalar haliydi. Bu tavrını Porcupine Tree'nin son albümünde de bir bakıma sürdürdü. The Incident kaotik ve progresifin birleşimini bize sunan bir albümdü. Grace for Drowning ise hayatımda gördüğüm en 'kopuk' albüm. Kopuk yaylasında mı yapıldı arkadaş bu albüm.


Albüm nedir, ne değildir?

Üflemelilerde Theo Travis , gitarda Steven Hackett, bass gitarda Tony Levin ve klavye de ise Jordan Rudess var. (Saygı duymak böyle bir şey olsa gerek). Böyle adamlarla 'düzenli' bir albüm yapmak ne kadar mümkündür? Sanırım öyle bir ihtimal yok. Steven Wilson da bu durumu önceden sezinlemiş gibi bu ustalara inanılmaz bir özgürlük alanı tanınmış ve bu dehalar bu alanda çocuk gibi tepiniyorlar. Kırıyorlar, yıkıyorlar, döküyorlar, sonra yine döküyorlar ve sonra sonra sonra sonra... Ve sonucunda temel değişkenlerinin birbirinden bağımsız olduğu ya da daha doğrusu temel doğruların birbirinden bağımsız olduğu 'kopuk' bir albüm ortaya çıkıyor.

Bu kopuk yapının birleştiği tek ortak payda ise Steven Wilson kopukluğu. Steven Wilson'un beyin kıvrımları ve o inanılmaz enerjisiyle bu kopukluk buluştuğunda, benim için tarifi mümkün olmayan Grace for Drowning albümü çıkıyor.

Öyle bir albüm düşünün ki her enstrümanın kendi egemenliğini aynı şarkıda kurabildiği, şarkının melodik yapısının da kendi egemenliğini kurduğu ve insanın dinlemekten bıkamayacağı bir albüm haline gelmiş Grace for Drowning. Şarkılar arasında bile nerdeyse bir bütünlük yok, misal Index ve Raider II aynı albümün eseri denemeyecek kadar farklı nitelikte iki şarkı. Bu farklılık enteresan bir şekilde dinleyeni vuruyor çünkü albümü her dinlediğinizde farklı unsurlara kendinizi kaptırabiliyorsunuz. En azından kendi şahsımda böyle bir durum oldu ki albümü yaklaşık 20 gündür her dinleyişimde farklı bir albümü dinliyormuş hissiyatı oluşmakta.

Bu kopuk durumun zirve yaptığı eser ise Raider II. Aslında ''Anestezi'' (ingilizcesi ile uğraşmak istemedim) ile Steven Wilson biz fanileri can evinden vurmuştu, o şarkı progresiflik adına kendini tarihe altın harflerle yazmıştı, Steven adına artık dahası olmaz dediğim bir şarkı idi. Steven, Raider II ile sen kendini ne zannediyorsun da, bu kadar emin konuşabiliyorsun arkadaş der gibi biz fanileri can evinden vuran bir şarkıya imza atmış. Raider II yukarıda anlatmaya çalıştığım kopukluk mertebesinin en üst aşaması haline gelmiş bir şarkı. 23 dakikalık bir ilüzyon ya da astral yolculuğun ta kendisi, ne olduğunu tanımlamayan bir cisim ya da şarkı vs vs vs...

Elbette bu albüm için diyecek, söylenecek çok söz var ama şu an onları dillendiremiyorum. Müzikte progresiflik adına bu albüm bir çığırdır, kendi özelimde bunu çok açık diyebilirim. Bu kadar ayrık ses, böyle bir harmonide ancak bu şekilde birleşebilirdi.

Saygılarımla...

2 Kasım 2011 Çarşamba

''Sex on Fire''ı bir de The Do'dan dinleyin!

Geçtiğimiz ayın başında ülkemize de uğrayan Fransız Indie ikilisi The Dø, bir Kings of Leon hiti olan Sex on Fire'ı BBC Radio 2 için yeniden yorumladı.

Buyursunlar...

Bant artık her ay online olarak yayında!

2 aylık periyotlarla yayınlanan Bant Dergisi, geçtiğimiz Temmuz ayında çıkardığı son sayısıyla bizlere zaten bir şeylerin değişeceğinin sinyalini vermişti. 7 senelik bir mazinin ardından yine daha önceden çıtlatılmış olan, ''basılı dergi çıkarmanın sıkıntıları'' konu başlıklı, herkesce az çok tahmin edilen olumsuzluklara da daha fazla ''dayanamayarak'' günümüz medyasına uygun, modern bir yüzle tekrar karşımızda...

1 Kasım tarihinden itibaren, aylık ve online bir şekilde yayınlanacak dergi ismini de Bant Mag olarak değiştirdi.

Derginin oldukça şık ve dolu dolu gözüken ilk sayısına da buradan ulaşmanız mümkün.