...
JENNIFER: Hangi oyundan söz ediyorsun?
JAN: Seninle birlikte hiçbir zaman göremeyeceğim bir oyundan.- Peki ya müziğe ne dersin. Zaman bulduğumuzda, kompozisyonuyla insanda hayranlık uyandıran, önemli bir piyano konçertosunu dinleyebiliriz.
JENNIFER: Yani ciddi müzik?
...
Bu diyaloglar Ingeborg Bachmann'ın, Radyo Oyunları kitabından bir alıntı. Kitaptaki diyalog uzun süredir düşündüğüm ama tarif ederken, betimlerken kullandığım şeylerin bir özeti gibiydi. Müziğin değiştiğini, evrim geçirdiğini söyleyebilecek kadar iddialı şeyler söyleyip duruyorum. Müzik otoritesi, kriterler koyacak biri değilim, olmadım, olmayı da isteyeceğimi sanmıyorum. Sadece kendi minik evrenimde, minik tespit oyunlarım ile vakit geçiriyorum.
Müziğin değiştiğini ya da değişmeye meylettiğini iddia etmem elbette yeni şeylerdeki müziğin trafik akışlarını ve beste yapılarında bazı şeyleri fark etmem ile mümkün oldu. Jan ve Jennifer bana bu konuda yardımcı oldu. Ciddi müzik? Bir müziği dinlemenin ötesinde bir kompozisyon olarak incelenme meselesi vs. Müziği sadece dinleyen ama incelemeyen kişiler olarak eğer daha iyi müzikler dinlemek istiyorsak öncelikle bunu sorgulamamız ve sorgulamanın ardından tespitler ve öneriler oluşturmamız gerektiği kanaatindeyim. Yani iyi müzik için; daha doğrusu sanatın tartışılma meselesinin ötesinde bizim için iyi olan, bizim kendi içimizdeki benliğe doğrudan etkiler oluşturan müziğin benliğini masaya yatırmak gerektiği kanısındayım. Haklılığımı ya da haksızlığımın ispatı için örnek vermeden, kendi içimdeki müziğin benliği üzerine bir takım görüşler dile getiriyordum - ki bu da kafamdaki müziğin benliği ve evrimi üzerine cümleleri bir araya getiriyordu -
Müziğin artık değiştiğini ve tek bir enstrüman odaklı olmasından sıyrıldığını ya da sıyrılması gerektiğini düşünüyorum. Takip ettiğim müzisyenlerin ya da grupların da benzer kaygılar taşıdığına inanıyorum ve her yeni şarkılarında bu evrimi gerçekleştirdiğini gözlemliyorum. Müziğin enstrüman ya da solist odaklı olmasından ziyade bütün nesneleriyle ve mentalitesiyle, bir bütün olarak, senkronize bir şekilde hareket etmesi gerektiği kanısındayım. Ana enstrüman gerçeğini ortadan kaldırıp, sosyalist! bir müzik ortaya koymak gerektiği kanısındayım. Tüm enstrümanlardan eşit ölçüde verim almak ve bütün enstrümanların ve solistin maksimum enerjisiyle dışavurumunu sağlamak gerektiğine inanıyorum.
Bu görüşümü desteklemesi için 123'ün Sun In The Arms Of Love şarkısının 3 farklı versiyonu olması bana ciddi anlamda ışık tuttu. Şimdi sizinle bu şarkının üç farklı versiyonunu paylaşacağım.
1) Sun In The Arms Of Love (İlhan ERŞAHİN)
Şarkının, İlhan Erşahin katkılı bu versiyonunda baştan sona İlhan Erşahin'in baştan sona etkisini dinliyoruz. Saksafon şarkı boyunca kullanılabilecek her yerde, tüm etkisiyle kullanılmış ve şarkının oldukça önüne geçmiş vaziyette. Sanırım bunu 123 dahil kimse, İlhan Erşahin'e olan saygıdan ötürü garip karşılamayacaktır. Zira her ne kadar saksafonun bu mükemmel entegrasyonu kulağa hoş gelse de müziğin tüm enstrümanlarca bütünlüğüne yan -yeni- bir ses olarak katıldığı için bir negatif özellik oluşturuyor. Şarkının esas kısmını (sözlerini, rhodes'ları) dinliyorken bir anda dikkat dağıtıp, saksafonu dinlemeye yönlendiriyor. Her tekrarda ezberde kalan kısım saksafonun gireceği ve çıkacağı yerler; ve dolayısıyla melodisi oluyor.
Tekrar söylemekte fayda var. Şarkının iyi ya da kötülüğünü eleştirmiyorum. Zira, haddime değil. Sadece kendi içimdeki müziğin benliği ve evrimine örnek teşkil etmesi açısından açıklama getirmeye, sorgulamalar yaratmaya çalışıyorum. Bu yüzden diğer versiyona geçmeden evvel bir an için bu versiyonu dinlerken saksafonu unutarak dinlemeyi denemenizi ve ortaya çıkan boşluğu deneyimlemenizi istiyorum. Bir yönlendirme yapmak istemiyorum ama saksafonun kattığı alışkanlıktan dolayı hissi olarak bir yalnızlık hissedeceğinizi düşünüyorum.
2) Sun In The Arms Of Love (Live at House Cafe)
Bu versiyonun diğer versiyona göre daha iyi olduğunu iddia ediyorum. Biraz daha canlı ve hareketli. Bir önceki versiyonda iddia ettiğim şeyin aslında grup tarafından çalınmış hali. Bu sefer saksafon yok. Şarkı tüm nesneleriyle, özellikleriyle daha fazla ön planda; ve canlı çalınıyor olmasından dolayı daha samimi ve kutsal bir buluşma örneği teşkil ediyor.
Zira dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var. Burak Irmak ve Berke Can Özcan!
Bu şarkıda bu ikiliyi özellikle 02:40'dan sonra daha dikkatli dinlemenizi istiyorum. Saksafonun ortadan kaldırılmasıyla daha fazla özgürleştirilebilmiş ya da daha duyulabilir olmuş iki enstrümanın şarkıya ritimsel ve melodisel olarak nasıl etki ettiğini, kendini açığa çıkarttığını belirgin bir şekilde hissedebiliyorsunuz.
Şöyle bir deneme örnekleme yapayım. Johann Sebastian Bach ile Vincent Van Gogh'un bir gün sandalla denize açıldığını düşünün. Sandalın büyük bir dalga tarafından devrildiğini ve ikisininde boğulmak üzere denizin dibine doğru çöktüğünü düşünün; ve bu iki büyük dehadan JS Bach'ın henüz The Art Of Fugue üzerine bir çalışma yapmadığını, Vincent Van Gogh'un ise Patates Yiyenler'i resmetmediğini düşünün. Yani, bu dünyaya bu önemli eserleri henüz bırakmadığını. Aslında ne kadar önemli bir kayıp olduğu konusunda yeteri farkındalığı yarattığımı düşünüyorum.
İşte şarkının bu versiyonunda denizde boğulmaktan son anda kurtulan bir Burak Irmak ve Berke Can Özcan dinliyorum. Nefes aldıklarını hissediyorum. Önceki versiyonunda saksafonun dominant renkleri altında kaybolan; masmavi bir gökyüzü çizen ressamın vazgeçtip üzerine kara bulutlar çizdiğini hissediyorum.
Belki bu versiyona karşı fazla duygusal yaklaşıyor olabilirim. İtiraz etmem!
3) Sun In The Arms Of Love (Live at TRS)
Dilara Sakpınar, bu versiyonu Rock'n Coke'da çalmadan önce bir takım kaygılarını dile getirmişti. Şarkının eskisi kadar hareketli olmadığını, beğenilip-beğenilmeyeceğine yönelik endişeleri olduğunu dile getirmişti. Şarkıyı ilk canlı dinlediğimizde kaygısında haklı olduğunu düşünüp, özlemle eski versiyonunu hatırlamak istediğimi düşünmüştüm.
O günden bugüne fikirlerimin değiştiğini düşünüyorum. Şarkının bu versiyonuna ilişkin başta oluşan negatif düşüncenin eskiye olan alışkanlıktan ve henüz bu haline dair hazırlıksız olduğumuza dair düşünceler oluştu kafamda. Daha detaylı ve JAN'ın diyalogta dediği gibi kompozisyon olarak şarkıyı incelemeye koyulduğumda bir çok şey fark ettim. Müziğin benliği ve evrimi üzerine ortaya koyduğumu savların hepsini bu şarkıyla anlatabileceğimi düşündüm.
Şarkı bu haline gelmeden önce Burak Irmak gruptan ayrılmış, yerine Arda Erboz ve Seçil Kuran gelmişti. Onların dahil olmasıyla müzikal olarak grup biraz daha zenginleşmişti. Rock'n Coke değerlendirmesinde bu değişikliğin grup üzerine etkilerinden bahsetmiştim. Arşiv kısmından bu kısımları okuyabilirsiniz.
Dikkat ettiyseniz diğer versiyonlardan bahsederken bas gitardan ve solistten hiç bahsetmedim. Hâlbuki her iki versiyonunda da şarkının en iyi işçileri ve ön plana çıkartan şeylerin bunların olduğu konusunda hiç şüphem yoktu. Bu versiyonda bunlardan bahsedebilirim. Kendimi daha özgür ve iyi hissediyorum. Feryin Kaya'nın bas partisyonlarını değiştirip, yeni bir şeyler denemesi dolayısıyla Berke Can Özcan'ı da yeni bir keşfe çıkartmış. Ritim daha da yavaşlayarak, davul partisyonlarını zenginleştirmiş. Bu iki etkileşimin Dilara Sakpınar'ı daha da rahatlarak solist olarak daha keyifli bir Sun In The Arms Of Love yorumu yapmasına sebep olmuş.
Burak Irmak ve İlhan Erşahin'in dominantlığını ortadan kaldırarak yerine ortadaki sinerjiye aynı enerjiyle katılan Arda Erboz ve Seçil Kuran'ın doğru ve ön plana çıkmayan katılımları ve müziği zenginleştirmek adına Dilara Sakpınar'ın synthesizer katılımına ve yeni bir renklendirme ile şarkıyı boyutlandırmasına sebep olmuş.
Derdimi doğru şekilde anlatabiliyor muyum bilmiyorum. Eksik ve yanlış bir şekilde ifade ediyorsum affınıza sığınıyor ve yardımınızı rica ediyorum. Şarkının son haliyle tüm enstrümanları ve düşünce yapısıyla bir bütünlük oluşturduğunu ve gerçekten bir müzik eseri ortaya konduğunu düşünüyorum. Bu enstrümanlardan biri daha fazla öne çıksaydı şarkının bütünlüğünün bozulacağını düşünüyorum. Solist bir yandan şarkısını mırıldanırken diğer enstrümanları dinlemeye gayret gösterin. Hepsinin kendi içinde ve dışındaki gelişen dünya ile ne kadar uyumlu olduklarını göreceksiniz. Şarkıyı en bütün halinden parçalayarak, atomlarına ayırarak dinlemeyi deneyin. Her bir yanından bir şeyler fışkırdığını ve bütünüyle bir önem taşıdığını anlayacaksınız. Burada bir vücut gibi hareket eden bir gruptan ve bir şarkıdan bahsediyorum. Havada dans eden kuşların ahengi, güneşin dağların arkasından doğup, minik bir göl üzerindeki ağaçların yansımasına etki etmesi gibi.
Tabiat içindeki denge nasıl birbiriyle senkronize ve uyumlu ise; birbirine can veriyorsa, müzikte öyledir. Öyle olmalıdır. Eğer güneş daha yakın olsaydı, ağaçların dalları gölün üzerini tamamen kapasaydı ya da kuşlar olmasaydı tabiatın güzelliğinden bahsedebilir miydik?
İyi dinlemeler!
- - -
Kaynaklar falan...
Radyo Oyunları / Ingeborg Bachmann / Yapı Kredi Yayınları
123 - Sun In The Arms Of Love