30 Temmuz 2011 Cumartesi

Hopeless Local Marching Band


Bir sokak kavgasında adamlardan birinin diğerine "Kimsin ulan sen'" demesi gibi bir şey. Yeni bir 500won project vakası daha. Bu Uzakdoğulu Post Rock yapan abiler neden böyleler bilemedim.

Hopeless Local Marching Band, Japonya'lı bir grup. Post-Rock/ Experimental Rock kıvamında çok güzel işler yapıyorlar. Repeating Myself adıyla şubat ayında bir EP yayınlamışlar. Yeni keşfettik.

Müzikte Devrim Var mıdır? yazımızda vurgulanmak istenen her halta deneysel müzik yaftası yapıştırmaya tepki gösterirken tam üstüne Hope Local Marching Band iyi geldi.

Şarkı isimlerini aşağıya yazıp yazıyı noktalıyorum.

01. A Man With A Shabby Suit Is In A Weekend Crowd
02. The Honest Goes Over The Edge
03. The Nihilist Faces Forward
04. The Frantic Girl Looks Down A Street With A Dreamy Look
05. The Old Man Chokes Up With Tears, Thinking He Will Be Saved Soon
06. The Liar Eventually Finds Himself Deceived
07. The Forgotten Heroine Sings Song Awkwardly
08. The Aspiring Novelist Doesn’t Have A Dream
09. The Sandwich Man Seeks For Who He Is
10. And The Man Cannot Describe Himself



 hopeless local marching band - a man with a shabby suit by night of a mare 


VİDEO | IAMX - Bernadette

2011 Mart'ında çıkan son IAMX albümü Volatile Times'tan çıkan en vurucu şarkılarından olan Bernadette'in İngilizce ve Almanca versiyonlarına bir adet klip geldi!

Albüm genel olarak IAMX sevenleri pek tatmin etmeyebilir ama ''allahı var'' albümün en başarılı parçası olan Bernadette'e klip çok iyi oldu, çok güzel iyi oldu!



Bu da Almancası;

28 Temmuz 2011 Perşembe

Enstrümanıma Dokunma!



Drum & Bass Magazine, farklı bir konuya değinmiş. Popüler yayınlar yaparak, dergi satmaya çalışan zihniyet için şaşırılacak bir durum olabilir. Bir Baba Indie olarak elimizden geldiği kadar destekliyoruz.

Müzisyenler havayolu şirketlerinin keyfi uygulamalarına karşı, Drum&Bass Magazine öncülüğünde başlatılan kampanyayla Enstrümanıma Dokunma diyorlar!

Değerli basın mensubu,


Ülkemizde sanata ve sanatçıya ne kadar az değer verildiği bilinen bir gerçek. Müzisyenler, müziklerini yüzleştikleri tüm zorluklara rağmen icra etmeye devam ederlerken, aynı zamanda birçok maddi ve manevi sorunlarla karşı karşıya kalıyorlar. Son dönemde başta AtlasJet olmak üzere birçok firma, enstrümanların uçak kabinine alınmasına ya hiçbir şekilde izin vermiyor ya da ancak koltuk satın almak şartı ile izin veriyor. Kuralları çok iyi bilmeyen görevliler ne yazık ki saçma sapan gerekçeler öne sürüyorlar. Keyfi dayatmaya karşı birlik olup örgütlenmek, tüm müzisyenleri ilgilendiren bu konuda aynı yolda hareket etmek gerektiğine inanıyoruz. Bu nedenle Drum&Bass Magazine olarak müzisyenlerin başından geçen bu olayları gündeme getirmeye, devamında da çeşitli kampanyalarla sorun çözülene kadar mücadele etme yolunda ilk adımı atmaya karar verdik.

Son dönemde birçok firma müzisyenlerin enstrümanlarını uçağa almıyor veya bu konuda sorun çıkarıyor. Uygulamanın yeni alınan bir kararla yürürlüğe girdiğini açıklayan görevliler ve firma yetkilileri, Uluslararası Havacılık Kuralları’nı gerekçe gösteriyorlar. Ancak yurt dışındaki uygulamaları araştırdığımızda, ülkemizdeki firmaların uygulamalarıyla uzaktan yakından alakası olmadığını gördük. Belli ki firmalar, enstrümanların kabine alınması için müzisyenlerden ekstra ücret almak istiyorlar. Durumu kabullenmeyen müzisyenler ile görevliler arasında her seferinde sorun yaşanıyor ve mağdur olan taraf her seferinde müzisyenler oluyor.
Herhangi bir aykırı sesin çıkmaması, gelecekte diğer firmaların da aynı şekilde davranmasına ve müzisyenlerin daha büyük, daha saçma dayatmalarla karşılaşmalarına sebep olacaktır. Bu yüzden tüketici haklarına da aykırı olan bu durumun çözümü için yasal yollara başvurulmasının dışında, bir de yaşananların olabildiğince fazla gündeme getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

DRUM&BASS MAGAZINE 

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Sanatta Devrim Var mıdır?

Igor Stravinsky
Devrimci etiketini taşıma erdemine sahip olmak için gereken tek şey bir alışkanlığı kırmaksa, söylenecek bir şeyi olan ve bunu söylemek için yerleşik uzlaşmaların sınırları dışına taşan her müzisyen devrimci olarak tanınacaktır. Özgünlüğü belirtmek için daha uygun onca başka sözcük varken, en alışılmış kullanımıyla bir kargaşa ve şiddet durumunu anlatan bu horultulu terimi güzel sanatla sözcüğüne yüklemeye ne gerek var?

Aslında, sanat tarihinde devrimci diye nitelenebilecek tek bir olgu bile bulmak güçtür. Sanat özü gereği yapıcıdır. Devrim dengenin sekteye uğramasını ima eder. Devrimden söz etmek, geçici bir kaostan söz etmek demektir. Oysa sanat kaosun tersidir. Yaşayan eserlerini, bizzat kendi varoluşunu da tehdit altına sokmadan, kendini kaosa teslim etmez.

Müziğin Poetikası, Igor Stravinsky (Sayfa: 17)

Kitaptan bir alıntı yaparak Müzikte Post-Modernizm'e gönderme yapılabilir mi? Post-Rock olgusu gerçekten var mı? Bunu tartışmak gerekir. Devrim gerçekten çok radikal bir ifade olabilir. Stravinsky yazının devamında bunun eleştirenler tarafından iyimserlik ile abartılabileceğine işaret ediyor.

Stravinsky eserleriyle kuşkusuz bir fark yarattığı, müziğe yeni bir şeyler kattığı gerçek. Buna rağmen kendisine devrimci olarak sıfatlar takılmasına kitabındaki gibi son derece karşı olduğu gözlemleniyor. Yine kitaptaki bazı satırlarında müziğin sürekli kendini yenilediğinden bahsediyor. Bu tanımı ünlü grupların parçalarını coverlarını çalmayı bir öğreti kabul edeni, cover çalmadan iyi beste yapılamayacağına değinen biriyle tartışırken kullanmıştım. Kendi içinde değişmeyen yapısını kabul eden mental bir düşünce, yani yerinde sayan bir müzik bir gün eriyip gitmeye ve kendimi tekrar etmeye mahkumdur. Stravinsky ile düşüncelerimin bir yerde kesişmesine çok sevindim. Müziğin Hildegard von Bingen'den, JS Bach'a, Beethoven'dan Stravinsky'e ve devam eden süreçte kendi içinde sürekli değişime uğradığını; ve dünyanın sonuna kadarda bu değişimin sürekli değişeceğini kabul etmek gerekir. Biz müzikle uğraşan ve müzik üzerine düşünen insanların bu olguyu kabul etmemiz gerektiğini düşünüyorum. 

Bu konuyla ilgili Beatrice Ramaut Chevassus, Müzikte Postmodernlik, kitabında olayı tanımlarken şöyle bir ifade kullanıyor. Bu tüm konuyu özetleyen bir ifade. "Asıl olan inkar etmeden, üzerine yeni bir şeyler katabilme" Kitap şu elimde olmadığı için biraz doğru cümleyi kurmamış olabilirim; ama özetle yazan buydu. 

Stravinsky'nin haklı olduğuna inanıyorum. Yaratıcı ve aşırı yetenekli müzisyenlere devrimci diye bakmak yerine onların açtığı yeni yolları keyifle izlemek; ve müzikal olarak daha keyifli yorumlarda bulunmak sağlıklı olacaktır. Müzik üzerine düşünenler ve icraacılar için ise kendi içindeki duygu ve düşünceleri, müzikal olarak dışavurmaları çok daha iyi müziklerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Amy Winehouse'un Ardından


Amy Winehouse pek çok kişinin şaşırmayacağı üzere hayata veda etti. Babası yanlış hatırlamıyorsam bir yıl önce İngiliz gazetelerine verdiği demeçte bu kötü sona işaret ediyordu; ve beklenen oldu. 

Tüm gazeteler 27 yaşında olan müzisyenlere yer vermiş durumda. Lanet falan diyorlar. 27 yaşında ölen müzisyenlerin hayatlarını göz önüne alınca kafamda nedenlerini düşündüm. Daha doğrusu uyuşturucu, alkol bağımlısı olarak hayata veda etmelerini. 

Anlamadığım nokta şu. Müzik yapmak, daha doğrusu sanatla uğraşmak kadar güzel güzel ve bulunmaz bir yeteneğe sahipken neden uçlarda gezip, ölmeye meyleder insan. Gitar çalan biri olarak elime ve parmaklarıma zarar gelmesin diye ödüm kopuyor; ama bir çok müzisyen ya da sanatçı alkol ya da uyuşturucu bağımlısı. Yani sözde ruhunu beslemesi için vücut denen zırhına zarar vermekte. İnsanların hayatı, özgür iradeleri elbette bir şey diyemem. Sadece eğer kutsal kabul ettiğim bir yetenek ve zihne sahipsem bunu ömrümün tamamına yaymak en büyük hayalim. Sanatçıların kendini yok etmek gibi bir saçmalıkla tüm bu hayallerini ve onları seven milyonlarca insanın bir kenara bırakması kadar vahim bir şey yok. 

Umarım bir gün sanatçılar madde bağımlığı ve alkolün altına sığınmaktan vazgeçer. Bir sanatçıya ilhamı ne uyuşturucu verir ne alkol. He dertleriniz mi var? Elinizdeki sanatı kullanın daha büyük bir nimet mi var?

Not: Bu resmi gerçekten kullanmak istemezdim. Sadece müzisyenlerin bu şekilde ölüp gitmelerine üzülüyorum.

Kasabian'ın yeni parçalarını dinlemeyenlere...

İngiliz grup Kasabian, Eylül ayında çıkarmayı planladığı yeni albümü Velociraptor!'dan çıkan ilk parça olan Switchblade Smile'a çektiği videoyu geçtiğimiz günlerde yayımlamıştı.



Aynı albümden ikinci parça olarak Days Are Forgotten da geride bıraktığımız gün itibariyle sevenlerle paylaşıldı.

 Kasabian - Days Are Forgotten by wattesnl

Dinlenilen bu iki parça sonunda da net olarak anlaşıldı ki; misler gibi bir albüm geliyor!

22 Temmuz 2011 Cuma

Neue Zeitschrift für Musik Üzerine # 1


1834 yılında Robert Schumann tarafından çıkartılan müzik üzerine gazeteden bir görüntü. Robert Schumann gazeteye 10 yıl boyunca önderlik ederek, editörlüğünü yapmış ve müzik üzerine yayınlar yayınlamıştı.

Robert Schumann, bizim şimdi yaptığımız blog yazarlığının bir benzerini gazete çıkartarak yapmış bir dehadır. Ara sıra keşke müzik üzerine bir gazete olsa diye hayıflanmıyor değilim. Neue Zeitschrift für Musik diye bir gazetenin varlığından bi haber olduğum dönemde sık sık düşündüğüm bir düşüncedir. Hatta Bir Baba Indie'ye katılma serüvenimde bir gün belki diye kafamda tasarladığım oldu.

Gazetelerimizin popülarite ve magazinsel boyutlarına olan ilgi, alaka bu düşüncelerimi ütopik kılıyor. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki; insanların gazete alma amacında saçmalıklar var. Mesela sadece bulmaca eki için alınan, ganyan-iddaa eki veren spor gazeteleri, halkın eğitim seviyesindeki geriliğin göstergesi olarak cinsellik içerek sayfalarla dolu yüksek reytingli gazeteler var. Hal böyleyken kalkıp kime hitaben bu gazeteyi çıkartmak için girişimde bulunabiliriz? Bazen sırf bu ülkedeki insanların kendilerini geliştirmekten ürkmesi, hızlı yoldan para kazanmak uğruna git gide kapitalistlerin tuzağına düşmesi beni bu topraklardan soğutuyor. Hayatımın geri kalan kısmını yaşamak için Ege'ye kaçmayı düşünürken, sınırlar ötesine, İrlanda'ya gitme isteğim artıyor.

Gazeteyi çıkartmanın benim için bir kar amacı gütmediğini belirtmek isterim. Maliyeti her neyse, satıştan gelecek para onu karşılasın yeter. Bunu maddi konular yüzünden insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin yapaylığından sıkılmış biri olarak söylüyorum.

***

Brahms tüm şöhretini Schumann'ın gazete yazdığı yazıya borçlu desek yanlış olmaz. Biz müzik üzerine yazı yazan bloglar olarak sanırım bloglar hayatımıza girdiğinden bu yana milyonlarca duyulmamış ismi önermişizdir. Bir Baba Indie ile ilgili olarak A Troop of Echoes önerimiz belki çok fazla kişiye ulaşmadı; ama grup üyelerinin bizim siteyi bulmaları ve tavsiyemizi görmeleri üzerine şaşırdıklarına şahit olmuştuk. 

Müzik blogları sadece konser haberleri, konser eleştirileri paylaşmamalı. Müzik üzerine farklı düşünceleri öne sürmeli, bunu okuyucularıyla paylaşmalı. Fazıl Say'ın Kültür Bakanlığına eleştirileri üzerine düşüncelerini beyan eden kaç tane müzik yazarı var? Dikkat edin. Fazıl Say'ın yorumlarından bahsetmiyorum. Genel olarak müzik eleştirisi üzerine yazılardan bahsediyorum. 

Biz müzik yazarları, olumlu ve olumsuz eleştirilerimizin odağını doğru belirlemezsek dünya üzerinde serdar ortaç ve sinan akçıl (küçük harfle yazdım dikkat ederseniz) gibi gazeteleri süsleyen "müthiş besteci", "beste makinesi" gibi absürd ve gereksiz bir çok isimlerin saçma sapan şeylerine (beste değil 'şey') maruz kalmaya devam edeceğiz. İlk serdar ortaç hayranından "Ne yani, gıy gıy klasik müzik mi dinleyelim?" gibi bir eleştiri bekliyorum.

Yazıda, hedef bir müzik tarzı yok. İnsanlar gerçek müziği dinlemeli. Gerçekten iyi niyetle müzik yapmaya çalılan insanlara destek olmalı. İnsanların müziği blok flütle Süper Baba çalmanın ötesinde göremeyen daha doğrusu daha ötesini insanlara bunu göstermeyen Müzik Öğretmenlerinden utanmalı. Müzik Öğretmenlerimiz müfredat böyle diyecektir. Müfredat nedir? Müziğe yeteneği olan bir öğrenciye Paganini dinletmemek, caz müzik nedir diye anlatmamak, enstrümanlar hakkında bilgi vermemek, müzik kültürü üzerine iki kelam etmemek midir? Müfredat bizlere sadece notaları göster dediği için yeteneği olan nice öğrencilere bu haksızlığın yapılmasına kimsenin hakkı yok. Sen öğretmen isen, öğreten yüce bir varlık isen müfredatı çiğner, ideolojilerinle birilerinin senden bir parçada olsa ilham almasını sağlarsın.

Yine eğitim sistemindeki saçmalığa değinmek istiyorum. Hermann Hesse'nin Gertrud kitabındaki Kuhn karakteri de bir müzisyen. Kuhn gençliğinde tutkulu olduğu kızın uğruna karlarla kaplı bir yokuştan kayarken ayağını ebediyen sakatlayan bir müzisyen. Kitapta sık sık akademik eğitimin kendini nasıl bunalttığını, öğretmenlerinin egolarının iğrençliğini, müzikten soğuttuğunu anlatır. Müzisyen egosu iyidir; ama bir yere kadar. Bir kaç yıl önce, belkide hala Taksim'de, Kadıköy'de bir sürü gitarla gezen genç insan görebilirsiniz. Bazı saçma Müzisyen egosuna sahip insanlar "ayy gitar çalmakta ayağa düştü" gibi kötü düşüncelere sahip olabilir. Geçenlerde ise Garaj.org'da bir ilanda grup arayan virtüöz! olduğunu iddia eden birinin egoları olmayan müzisyenler aradığını okumuştum. Müzisyenlik enstrüman çalmak kadar mükemmel bir mentaliteye sahip olmaktır. Mentalitesi zayıf bir insanın saniyede bastığı bin nota değersiz ve anlamsızdır. İşte sırf bu yüzden mental eksikliği olan, ego sahibi akademisyenler ve aksi inkar edilmeyen torpil ile konservatuarlara öğrenci alan kurullar sadece iyi birer enstrümanist yetiştiriyorlar. Akademik eğitim alarak müzik hayatında bir yere gelen müzisyenlerin, alaylı diye tabir ettiğimiz kendi kendinin öğretmeni olan insanlara karşı sergilediği sert tutumda bu mental eksikliğin göstergesidir. 

Uzun süredir üzerinde düşündüğüm Müzikal Irkçılık üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Batı Müziği, Türk-Halk Müziği, Hint-Müziği gibi tanımların sadece o müziğin temasını ifade etmesiyle alakalıdır. Bunu kalkıp milliyetçilik ile bağdaştırmak yersizdir. Bizim ülkemizin taşralarında, belediyelerin açtığı kurslarda çocuklara sadece Türk-Halk müziği öğreten diktatör eğitmenlere anlam vermek güç. Türk-Halk Müziğini ve bağlamayı kötülemiyorum. Müziğin kendisinin ayrıştırılmasına karşı çıkıyorum. Bu konu üzerinden ilerleyen günlerde daha detaylı bir şeyler yazacağım. 

Konumuza dönersek Robert Schumann'ın yaptığı gibi bir gazete çıkartabilmek için; önce halkın kültür seviyesinde iyileştirmelerin yapılması gerekiyor. Bu iyileştirmelerin ardından belki bir gün bizimde müzikal gazetemiz olur. Belki o zaman gerçekten müzik nedir anlayabiliriz ya da eleştiriler ışığında anlatabiliriz. 

(...)  

Snow Patrol'den yeni single geldi!

2012 Şubat'ında yayımlayacakları 6. stüdyo albümleri Fallen Empires ile bizlere tekrardan ''Merhaba'' demeye hazırlanan Kuzey İrlanda/İskoçya çıkışlı Indie Rock grubu Snow Patrol, yeni albüm öncesinde çıkacak EP albümünden ilk single'ını paylaştı.

Snow Patrol, Called Out In The Dark ismindeki bu yeni parça ile değişik sulara girmiş gibi...

Biz beğendik. Ya siz?

20 Temmuz 2011 Çarşamba

My Epic - Handikaplı güzellik

Son coğrafi keşiflerden bir tanesi de My Epic. Amerika dolaylarından soframıza gelip, tat katan 'yeterince' akustik bir grup.

Bazen öyle albümler oluyor ki aklım almıyor, oysa çok basit olması lazım insanın beğeni mekanizması... (İşte rölativite teorisi budur) İşte öyle karın ağrısı albümler ki bunlar; şarkıları bağımsız olarak değerlendirdiğinizde beğendiğiniz ancak bulunduğu albüm içerisindeki tüm şarkılarla değerlendirdiğinizde beğenmediğiniz albümler.

Çünkü o tip albümlerde, albümün soundu ve şarkıları birbirine o kadar benzerdir ki albümün ne zaman bittiğini, ne zaman tekrar başa döndüğünü, hatta sonraki dinlemelerde hangi şarkının çaldığını dahi bilemezsiniz. Kekremsi bir tat bırakır kulaklarda o albüm.

İşte My Epic'te bu durumdan müzdarip, bu handikapa sahip bir grup. Albümdeki tüm şarkılar nerdeyse birbirinin karbon kopyası ama besteler bir o kadar da güzel, bir şekilde dinlemeyi de bırakamıyor insan.

My Epic'in en büyük handikapı, şarkılarında başvurdukları düzenlemelerin birbirine benzemesi,bu durum nice güzel besteleri ortada dım dızlak bırakıyor.. Oysa farklı bir düzenlemeyle soundları çok farklı bir yapıya bürünebilirmiş..

Akustik severlerin kaçırmaması gereken gruplardan My Epic ancak grubun düzenlemelerinin sürekli birbirine benzemesi, belli yerden sonra dinleyiciyi sıkabilir. Yine de dinleyiniz...

http://www.myspace.com/myepic

Akılla Bir Konuşmam Oldu Dün Gece

resim http://sanemucar.blogspot.com sitesinden alınmıştır.

Bir kaç hafta önce Fazıl Say'ın 'Hayyam Klarnet Konçertosu'nun dünya prömiyerini Schleswig-Holstein Müzik Festivali'nde yapacağını öğrenmiştik. Festivalin içerğini incelemeden neden Almanya? diye düşündük, birazda eleştirdik. 

Bugün Radikal'de yer alan haberi okuyunca haksız bir eleştiri getirdiğimi anladım. Schleswig-Holstein Müzik Festivali bu yıl 50-60 konserlik bir 'Türkiye Yılı' etkinliği düzenlemiş. Fazıl Say, bu etkinliğe katkıda bulunmayan Kültür Bakanlığını Facebook sayfasında eleştirmiş.

Bende bu eleştirilerin üzerine Eurovision'a değinerek bir şeyler eklemek istiyorum. Biliyorsunuz her yıl büyük reklamlarla Eurovision'a bir aday yolluyoruz. Yolladığımız adaylar için bir çok para harcanıyor. Hatta bir şehir efsanesine göre Tarkan'a milyonlarca Euro para teklif edildiği; fakat kabul edilmediği söylenir. Bu sene Yüksek Sadakat'in ise ikinci alternatif olarak daha ucuza yarışmaya gönderildiğine ilişkin haberler çıkmıştı. 

Evet Eurovision'u milyonlarca kişi izliyor olabilir. Bu da Türkiye'nin tanıtımına çok fazla katkı sağlayabilir. Nedir bu katkı? Mesela Türkiye kazanırsa yüksek fiyatla bilet satışı yapılabilir. Ülkeye giriş yapan Turistler sömürülerek, turizm tüccarlarının kesesi dolabilir, kapalı çarşı günlük hasılatını ikiye katlayabilir. TRT yarışma günü aldığı reklamlar ile kâr edebilir. Yani her yönden ticaret kokan, kültürel bir etkinlikten öte, parasal olayların dönüp-dolaştığı büyük bir kazan. 

Kabul edilemeyen şeyde bu sanırım. Hiç bir kültürel etkinliğin altında ticari faaliyetler yatmamalı. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olduğunda her yeri kaplayan afişler, reklamlar kimin için yapıldı? Türkiye ve İstanbul maddiyat dışında ne kazandı? Mesela Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul'un kültür seviyesinde bir yükselme oldu mu? Halk, kendisini  hipnoz eden dizilerden, sosyal ağların asosyalliğinden sıyrılıp kitap okumaya mı başladı? Peki, hala Batı-Müziği, Türk Halk Müziği kıyaslamaları ile müzikal ırkçılıktan kurtuldu mu? Kaç yıldır sadece Misafirperverliğimiz ile övünüyoruz? 100 yıl? 200 yıl? Mesela ben yabancı kaynaklı kitaplarda Schumann'ın, Beethoven'ın, Edward Hopper'ın, Rob Gonsalves'in, John Fante'nin ardından neden bir Fazıl Say'ın ismini okuyamıyorum. Almanlar'ın farkında olduğu kadar farkında olduğumuzu sanmıyorum. Bunu geçen yılın Avrupa Başkenti İstanbul'da yaşayan bir vatandaş olarak söylüyorum. 

Otobüslerde robota çevirdiğiniz insanlarla gurur duymaya, insanların inançları, duyguları, hayalleri üzerinden sömürü politikası izlemeye devam edin. Sonra kahve hanelerde "Bir sürü yetenekli gencimiz var; ama hep yurt dışına gidiyorlar" 

-Aa! Çok ilginç.

Fazıl Say'a selam olsun!


Akılla bir konuşmam oldu dün gece
Sana soracaklarım var dedim;
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin
Yaşamaktan bezdim ne yapsam?
Bir kaç yıl daha katlan dedi
Nedir, dedim bu yaşamak?
Bir düş dedi, bir kaç görüntü
Evi barkı olmak nedir? dedim;
Biraz keyfetmek için
Yıllar yılı dert çekmek dedi.
Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
Kurt, köpek, çakal, makal dedi.
Ne derdim bu adamlara dedim?
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar dedi.
Benim bu deli gönlüm dedim;
Ne zaman akıllanacak?
Biraz daha kulağı burkulunca dedi.
Hayyam'ın bu sözlerine ne dersin dedim;
Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş derim, dedi.

Ö.Hayyam

19 Temmuz 2011 Salı

Rock'n Coke 2011'in Ardından



Yanıma ufak ufak notlar tutarım diye aldığım deftere hiç bir şey yazmadan geçirdiğim 2 gün boyunca aklımda kalanları paylaşmak isterim. Niye yazmadım bilemiyorum. Biraz üşengeçlik, bunaltıcı sıcak diyebiliriz.

- Çilekeş'i sıcağın gövdesinde sahneye çıkmasını hiç istemezdim. Doya doya serinliğin çöktüğünde izlemek iyi olurdu. Ben playlist'in çoğunluğunun Histeri Çalışmaları'ndan olacağını düşünüyordum. Y.O.K ve Katil Dans albümünden de parçalar çaldılar. Tabi güncellenmiş halleriyle. Ufak-tefek değişiklikler ile... Ana Sahne'deki dizilimleri kendi tercihlerimi yoksa teknik bir gereklilik miydi bilemiyorum; zira diğer gruplara göre daha samimi geldi.

- Coca-Cola Şehir Sahnesi ise tam bir fiyaskoydu. Başbakan olsam ülke genelinde cover çalmayı yasaklarım. Hala cover çalmanın bir gruba ne katacağını merak ediyorum. Organizatörler ve mekan sahipleri desteklemese eriyip gidecekler. Sahneye çıkma egoları yetenekli müzisyenleri bitiriyor. Resmen sömürülüyorlar sistem tarafından. Yazıktır, günahtır. Sanırım Rocka'ydı. Gayet iyi sound'da iyi işler yapıyorlardı. Bir ara vokal dedi ki. "Bizim en çok beğenilen ve bize tanınabilirliği sağlayan ve herkes tarafından aşağı yukarı bilinen şarkımızı çalacağız." Heyecanlandım, oh be dedim. Bakalım nasılmış? Tam bir hayal kırıklığı içinde Tarkan'dan bir şarkı çaldılar. Şarkı bitmeden Zero sahnesine doğru yürüdüm. Acaba kendilerine hiç kendi şarkıları yerine bir cover ile tanınabilir olmanın kötü olduğunun ne kadar vahim bir durum olduğunu sordular mı? Kendi şarkılarının başarısız olduğunu mu düşünüyorlar? Öyle düşünmediklerini umuyorum. Eğer sen o sahneye çıkmayı hakedecek kadar iyi bir grup isen; ve bir pop şarkısını alıp kendi tarzına aranje edebiliyorsan zaten belli bir seviyeye gelmiş, müzik adına belli bir yeteneğe ulaşmışındır. Ben her hangi biri olarak cover çalan her ne kadar grup varsa bu dünyada yeteneğinizi öldürmeden, yapabildiğiniz kadar iyi şeyler üretmeye çalışmanızı isterim. Kitapçıkta yazan ülkenin en yetenekli amatör gruplarının, Türkiye'nin dört bir yanından geldiği şeklinde bir yazı vardı. Yapmayın abiler, ablalar. Siz amatör gruplara destek mi oldunuz? Komik!

- Zero sahnesi tahminimlerimi yanıltmadı ve bana göre en iyi yer oldu. Hem yer olarak genellikle gölgede olması, hemde aykırı ve daha iyi grupları ağırlaması açısından iyiydi.

- Vodafone Freezone sahnesinde pek yer almadım. Yorum yapamayacağım.

- Gördüğüm en manyak grup Post oldu. Sahne önünde izlediğim için ciğerlerimin oynadığını hissettim. Sahnede beş dakika yerlerinde durmadılar. Saksafon çalan önce mikrofon ayaklığına takıldı, kaydı düşüyordu son anda düzeldi. En son davulcuları da arkaya doğru uçtu. Düşünün o kadar hareketliydiler. Sağ salim sahneden indiler.

- Gördüğüm en aykırı grup ise Kül oldu. Merak ettiğim bir gruptu. Şike olaylarına değindiler. Bu ülkenin orospuçocuklarına bırakılmayacağını açık yüreklilikle söylediler. En son cümleleri ise; "Emperyalizmin kalbinde bu kadar açık şekilde konuştuğumuz için ayrıca mutluyuz" diye sahneden siyah bayraklarıyla indiler.

- Deja-Vu ise tam bir performans grubu olduğunu ispatladı.

- 2.Gün benim açımdan her yönüyle daha iyiydi. Fena halde yorgunluk dışında kötü olan bir şey yoktu.

- Gripin klişesi yerine daha az grup çıksa ve daha çok sahne alsa sanırım daha iyi olurdu. Gripin sahnede çalarken bir çok kişi gibi gölgeye sığınıp, kitap okumayı tercih ettim.

- Bir önceki nota hitaben Athena diyorum. 1 saat yerine 2 saat çalsalar tam bir festival olurdu. Diğer tüm gruplarda gördüğüm vokal-seyirci ilişkisindeki yapaylık yoktu. Bu belki deneyim ile alakalı olabilir; zira gördüğüm tüm vokaller için Gökhan'a biraz bakmaları gerektiğini düşünüyorum (Amatör! gruplar için diyorum). Sorgusuz sualsiz, en çok eğlendiğim grup oldu Athena. Şarkılara eşlik etmek çok keyifliydi.

- On Your Horizon ise en dikkat çekici grup olmayı başardı. Mutlaka birilerinin hafızasına kazınmıştır. Eleştirilecek noktalar şunlardır. Post Rock yapıyorsanız biraz o müziğin ruhunu yansıtmakta fayda var. Hiç görsel kullanmadılar. Belki gündüz olduğu için dezavantaj oldu bu; ama yinede orjinal bir görsel (en azından bir poster, grup ismi yazısı değişik grafiklerle donatılmış) süper olurdu.

- Mogwai Mogwai Mogwai:

Yıllarca adını sayıkladım. Sahnede Mogwai varken hayallerim gerçek oldu. Ayaklarım ve vücudum ağrıdan şekil değiştirmiş falan hepsi hikaye. Orada Mogwai varsa duracaksın. Arka görselleriyle, soundu ile muazzamdı. Tamam Travis iyi bir grup, minicik bir pişmanlık var; ama Mogwai oradayken kıpırdamak mantık dışı olurdu. Yarım saat geç çıkmışlar ne olmuş? Müşteri misiniz amına koyayım! ya da siz kral onlar soytarınız mı? O şişeyi atan bir daha ki sefere gitsin şehir sahnesinde cover dinlesin. Daha iyi! 

Neyse Mogwai dinleyebilmek kadar daha iyi bir şey bir gün Sigur Ros'u da izlemek olacaktır. Belki 65daysofstatic, Russian Circles falan... Hatta Bir Baba Indie Fest.!? Neden olmasın? Sürpriz... :)

- Son not: 2. Gün çöplük alanına dönen etrafı toparlamak için Çevre! duygusallığına yatan organizatörler 5 adet boş bardak getirene 1 bardak kola vereceğiz! operasyonu gerçekleştirdiler. Bir gün önce etrafı çöplüğe çevirenler bir gün sonra çevreci oldular. Etrafta bir kaç bardak dışında bardak kalmadı. Ne desem bilemedim.

- He şimdi bir de çıkıp eleştiriyorsun ne işin var orada diyen olur. Bedava girdim. Oh yarasın. Mogwai olmasa evimde yatıp, dinlenmeyi tercih ederdim.

15 Temmuz 2011 Cuma

Rock'n Coke / Küçük Puntolar: 2. Gün

Tunng



Son yazdığınız kitabın satışları manevi olarak sizi çok mutlu etmiş. Kendi halinde yaşamını süren bir adada minik bir ev almışınız ve oraya yerleşmişsiniz. İlk gecenin ardından sabaha karşı tarifsiz bir mutluluk ile uyandınız. Hayatın bu yanı ne güzel diyerek camı araladınız. Bir kaç ev ileriden canlı müzik seslerinin geldiğini duydunuz. Denizin ve martıların sesleriyle senkronizesi müthiş sesler. Sonra düşündünüz eğer yaşadıklarım rüya değilse neden daha çok yazı yazmayayım. Her şey mükemmel, her şey olağanüstü. Şehrin yapış yapış insanlarından uzaklarda nefis bir yaşam. 

Sokağa çıkarak seslerin geldiği eve doğru ilerlediniz. Evin kapısı açık, içeri girdiniz. Şarkılarını söyleyen grup, başıyla selamlayarak size boş bulduğunuz bir yere oturmanızı istedi. Oturdunuz ve muazzam bir ada esintisiyle kendinizi bıraktınız.

Tunng; bir hikaye ile daha iyi anlatılabilirdi. Tunng'u anlayabilmek ve hissedebilmek için tabi ki yazar olmaya gerek yok; 'zira senin için ölürüm'den ziyade cümleler kuramayanlara bile ilham olabilir. Ölmeye gerek yok. Tunng dinleyerek arkanıza yaslanın; ve hayata iyi yönden bakmaya başlayın. Eminim ki her şey daha güzel olmaya başlayacak.

16:00 - 16:50 / Vodafone Freezone Sahnesi


FM Belfast



İ harfiyle başlayan ülker iyidir. İ harfiyle bunun ne alakası var bilemiyorum. Bu ülkerin bu isimleri alma sebeplerini bir gün inceleyeceğim. Türkçe olarak aklıma gelenleri sıralayayım. İrlanda, İsveç, İtalya, İzlanda, İspanya... 

FM Belfast'ta bizim bu İ'lerden. İzlanda'dan. Sigur Ros'tan ötürü eriyip, bittiğimiz İzlanda. Heima'daki ufak çocukların sahilde koşturmaları altında Ah Be demeyen var mı? Eyjafiallajöküll tüm dünya üzerine kül bulutları bıraktığında İzlanda'nın bize kızdığını düşünmüştüm. "Öyle hayal kurmakla olmaz gelin bir görün beni" diye. Kızdı bize İzlanda!

Electronica, Indie ile hemen Tunng'un ardından sahne alacaklar. Aralıkta Babylon'a geldikten tam 6,5 ay sonra tekrardan geliyorlar. Onlar bizi, biz onları sevmişiz. Güneş'in vedalaştığı saate yaklaşırken dinlemek üzere nokta.

17:15 - 18:05 / Vodafone Freezone Sahnesi


İlhan Erşahin's İstanbul Sessions



İsveç'te doğmuş ve daha sonra daha iyi müzik yapabilmek adına New York'a giden biridir. İsveç hakkındaki görüşleri doğruysa pek katıldığımı söyleyemeceğim. Tamam İsveç'i görmedim; ama İsveç'ten çıkan müzisyenler veya gruplarıda dinledik, biliyoruz. Havasında, suyunda var bir keramet. Kendisininde orada doğması bir işaret değil mi? 

Saksafonuyla Caz'ı bize Osmanlı/ Türk motifleriyle sunan bir müzisyendir. Biz Türk'ler nerede bir Türk/ Osmanli motifi duysak, görsek ağzımızdan salyalar akıyor. Mikael Akerfeldt (Opeth) Burden'ı İstanbul'da yazdığını duyanların 'Oha!' nidaları olmadı mı? Bizim Türk medyası İstanbul'u üç iken beş yapıp önümüze sunuyor. Bu aşikar; zira bizi her gün uyanıp, trafik, insan kalabalığı içinde körleştirdiği için biz İstanbul'un farkında olmayabiliriz. Tıpkı İlhan Erşahin'in İsveç'i müzikal olarak anlatması gibi... 

Türkiye'nin Caz'a gerçekten ihtiyacı var. Taksim'de tramvay'a bir grup müzisyeni bindirip aşağı-yukarı doğru çaldırmak yerine o tramvayı rotasını genişleterek daha çok insanla tanıştırmaları gerekiyor. 

18:30 - 19:30 / Vodafone Freezone Sahnesi


Beach House


Indie sevenlerin mutlaka dinlemesi gereken bir grup. Indie sevenler kaçırmasın. Rock'n Coke Indie severleri mutlu edecek. Indie Baba Indie. Hey allah! Böyle şeyler yazmamı ister miydiniz? İsterseniz yazdım. Devamını okumadan Rock'n Coke'ta izleyebilirsiniz. Yok istemem diyenler devam edebilir. (çok agresif yazdım sanki)

Kardeşlerim, abilerim, ablalarım, dostlarım. Senden ayrılalı gülmedim Gollum, Gollum diye yeniden aranje ettiğim Dostum şarkısına gülerken buldum kendimi Kadıköy sokaklarında. Kadıköy'ü seviyorum özgürlüğü, huzuru, samimiyeti damarlarıma enjekte ettiği için. (Şimdi kalkıp bağımlı muamelesi yapmayın) Kadıköy'in sokaklarını arşınlarken mp3'a atıp o gün ki mutluluğumu birlikte paylaşacağım bir grup olsa Beach House olurdu. Hayatımızda bir çok iyi şey olabilir. İşte o iyi şeyleri yaşamak için bazen kendi kendinize kalıp, "evet ya işte bu!", "tamam oldu bu iş", "of çok mutluyum" gibi sarhoşluk dolu cümleler ile ilerlersiniz. Moda'dan yoğurtçu parkına doğru inersiniz. Sonra tekrar bahariye ve rıhtımda soluklanırsınız. Mesela bir kaç ay önce uzaktan uzağa bir birimize özlem beslediğimiz bir kızla dramatik bir ayrılık yaşarken yaşadığım buruk ama güzel ayrılık sonrasında dinleyebileceğim bir gruptur. "Yine de onu tanımak çok güzeldi" diyerek otobüse binip, uzaklaşmak. 

21:45 - 22:45 / Vodafone Freezone Sahnesi


Thievery Corporation



Bu grupla ilgili tüm düşüncelerimi Sinem Yavaş'a armağan etmek istiyorum. Tırıvırı var Rock'n Coke'da diyerek son bir haftadır konuşuyoruz. Tırıvırı demeyen var mı? 

Bossa Nova, Jazz-Acid, Electronica harmanıyla önümüze gelip sunuyorlar. (Bu arada Beach House için eklediğim resimde bana ters ters bakıyorlar. Gözüme çarpıyorlar) Gta Vice City oynayanlar için nefis bir tercih. Biliyorsunuz oyunda kendimize ait bir radyo kanalı var. Arabayla seyir eylerken çalarken bizi oyunun içine sokabilecek bir gruptur Thievery Corporation. 

Amerimacka ile beklemeye devam. Az kaldı!

23:30 - 00:45 / Vodafone Freezone Sahnesi


Social Inclusion Band



Sib, için Bir Baba Indie ne yapabilir bilemiyorum; mutlaka irtibata geçmek isteriz; Zira bugüne kadar niye durduğumuzu bende bilmiyorum. Bir müzik grubundan biraz daha ötede, müziği sosyal hayatı olmayanlar için kullanan, takdir edilesi bir topluluk. Gönüllü müzisyenler ve onlara eşlik eden konuk isimler ile güzel işler yapıyorlar. Performanslarında aynı zamanda atölye çalışmalarına da yer veriyorlar.

"Sanatçı Engel Tanımaz" 


12:30 - 13:15 / Coca-Cola Zero Sahnesi

On Your Horizon




Eskişehir.. Eskişehir. Es..Es.. Bize güzel bir grup hediye etti. Roxy 3.lüğünün ardından yükselişe geçen grup bir çok festivalde, bir çok mekanda performanslarını sergilediler. En son twitlerinde de Rock'n Coke için sıkı çalıştıklarını belirtmişler. Post Rock performanslarına Çello ekleyerek daha da güzel hale getirdiler. On Your Horizon Türkiye'de Post-Rock adına istikrarlı bir şekilde ivme gösteren iyi bir gruptur.

Severek takip edilesi...

17:45 - 18:30 Coca-Cola Zero Sahnesi


http://www.myspace.com/onyourhorizontr

Chabel Club




Londra'dan geliyor Chabel Club. Direksiyonu sağda olan bir arabayla geliyor. Sağdan geliyor. Londra'nın ıslak sokaklarında oradan oraya gezerken yaşanabilecek türlü anları bize anlatabilmek üzere geliyor. Indie/ Pop/ Alternatif Rock tarzıyla İstanbul'a güneşin batmasından sonra Merhaba diyecekler.

19:00 - 20:00 Coca-Cola Zero Sahnesi


http://www.myspace.com/chapelclub

Mogwai






Mogwai'yi bu kategoriye sokan zihniyete Teşekkür Ederim. O kocaman, yapay sahneden ziyade, daha samimi ve güzel sahnede onları izlemeyi tercih ederdim. Mogwai için ne demeli bilemiyorum. Hayatımda canlı izlenmesi üzerine hayallere dalıp gittiğim bir kaç gruptan biridir. Yıllarca "keşke gelseler, servetimi dökerim" diye söylendim durdum. İtiraf etmeliyim ki Rock'n Coke'a karşı bile onların sahne alacak olması beni yumuşattı.

Mogwai İskoçyalıdır. İskoçya William Wallace'dır. İskoçya Mogwai'dir. Stuart'ı canlı-kanlı görmek. Stuart abi diye bağırmak istiyorum.

Son albümlerinden çalarlar diye tahmin ediyorum; zira araya Dial: Revenge, We're No Here, Summer sıkıştırsalar. Hatta Hunted by a Freak. Hatta sahneden inmesinler. Ne varsa çalsınlar.

Gözümü kırpmadan dinleyebilirim. Mogwai... Mogwai... tarif edilmesi güç hislerimin tercümanı. Hayatıma yön vermeme sebep olan olayların başlangıcı. Hatta Rock'n Coke'a gidemeyeceğimi öğrendiğim anda verdiğim anlık tepki..."Mogwai sahneye çıkacak ve biz o sıralar sıradan bir Pazar günü yaşayacağız." Sonra ardından havalara uçarcasına bir sürpriz ve Pazar günü heyecanını bekleme.

22:15 - 23:30 Coca-Cola Zero Sahnesi


http://www.mogwai.co.uk/
http://www.myspace.com/mogwai



12 Temmuz 2011 Salı

Rock'n Coke / Küçük Puntolar: 1. Gün

Hemi Behmoaras


Aslında Hemi Behmoaras bir çok kişiye göre yabancı bir isim değil. Tam bir müzik adamı dersek yanlış bir cümle kurmuş olmayız. Mutlaka bir şekilde müziğin içinde bir şey icra ederken Hemi'yi bulabilirsiniz. Açık Radyo'da B Yüzü'nü Cem Kayıran'la hazırlarken, God Is An Astronaut konserinde fotoğraflar çekip, röportaj yaparken, Peyote'de DJ Kabininde bir şeyler çalarken ya da Post Rock üzerine bir şeyler anlatırken. Hemi'yi birde Rock'n Coke'da izlemek ona hak ettiği daha fazla tanınırlıkta bir kaç basamak daha yükseltebilir.

http://hemibehmoaras.com/ şeklinde kendine ait bir sitesi ve icraatları var. Keyifle takip ediniz.

12:00 - 14:00 arası Rock'n Coke Vodafone Freezone Sahnesi.

*** 

Soaked



Tam olarak nereden başlayacağımı bilmiyorum. Direk hangi saatte çıktıklarına baktım. 19:00 yerine 23:00 belki daha iyi olurdu. Tam çünkü öyle bir kafası var Soaked'in. Neyse vardır bir bildikleri organizatörlerin diyerek geçelim Soakad kim? sorusuna.

Soaked; Electronica, Synth-Pop tarzında (yanlış tanımlama olabilir) müzik yapan bir grup. Biraz da yeni yeni müzik camiasına giren gruplara hikayeleriyle örnek olabilecek sabırlı bir grup. Bulundukları noktaya gelene kadar ciddi aşamalar ve evrimler geçirdiler. Popülarite bazen yanıltıcı olabiliyor. Electronica mı? Bedük var? Başka? Başka var işte. Küçük puntoları okumak bu yüzden önemli. 

Soaked görsel ve işitsel olarak bize güzel şeyler sunan bir grup. 

http://www.soakedart.com internet sitesinden dinleyebilir. 

19:00 - 20:00 arası Rock'n Coke Vodafone Freezone Sahnesinde, izleyebilirsiniz.

***

Hakan Tamar


Hakan Tamar için söylenecek fazla söz yok gibi. Büyük üstad, baba. Böyle heybetli tüm sıfatların yegane sahibi. Kendisinin tanıtılmaya ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. 

13:00 - 14:30 Coca-Cola Zero Sahnesi'nde.

www.myspace.com/hakantamar



***

She Past Away


Ana sahneye bol içerikli argoyla koy ver gitsin. Zero sahnesi iyidir diyerek She Past Away diyorum. Post Punk grubumuzu Peyote'den biliyoruz. Onlar sahnedeyken Ana Sahne'ye kafam ve kulağım kaymayacak. She Past Away'i diğer Post-Punk gruplarından ayıran sanırım en güzel özelliği, olaya yumuşak kasveti biraz canı acıtarak sunmalarıdır diyebilirim. Böyle çok vahşi de değil; ama %100 renkli olmayan yeni siyah&beyaz film formatından çıkmış bir film izler gibi hissediyorsunuz. Soundtrack olsa şarkıları Baader için uygun olurdu sanırım. 

50 dakika olayını protesto niteliği ile 15:00 - 15:50 arasında Coca-Cola Zero Sahnesinde Baader halisülasyonuyla sallanacağız. 



***

Dengesiz Herifler


Eğer She Past Away sonrasında sallanmaktan başı dönen insanların ardından ayakta kalanlar için organizatörler Dengesiz Herifler'i hemen ardına koymuşlar. Tabi sebebi bu değildir. Ben öyle düşündüm. Çünkü; biraz Ska ve Reggea iyidir. Sallanmanın ardından haydi zıplayalım diyerek, deneysel bir dinleyici potansiyeli oluşturacağız. 

Dengesiz Herifler, Ankara menşeli bir grup. Eğlenirken, eğlendirenleri severiz. Ankara'lı grupların içinde bitmek bilmeyen bir enerji olduğunu biliyoruz. Dengesiz Herifler'de bu düşüncemizi pekiştiren gruplardan biri. İronik bir "hah! çok iyiyiz ya!" tribine hastayız. 

Polisler peşimde diyerek,

16:20 - 17:30 Coca-Cola Zero Sahnesinde... 


***

Esben and the Witch


İstanbul'lular gelmeyen yazdan şikayet ediyorlar. Hasta mısınız arkadaşım? Rahat bırakın şu havaları. Denize girmekten daha kıymetli şeyler var. Britanya'da yaşasakta daha iyi müzik dinlesek diye hayıflanıp duruyoruz. Düşünseniz serdar ortaç (özel isim değil küçük harfle yazdım) yazı getirsin, demet akalın saçmalasın diye Yaz aylarını bekliyoruz. Böyle iyidir. Yaz gelmesin, britanya kafasında yaşayalım.

Size Esben and the Witch'i anlattım. Anladınız mı?

19:30 - 20:20 Coca-Cola Zero Sahnesi


***

Electrelane


Mogwai'den sonra en çok merakla beklediğim grup. Sitelerine ilk defa girdiğimde "kötü müzik yapmadıkları buradan belli" demiştim. Görsel ve Müzik bir biriyle aşırı derecede iç içe. Nazan İpşiroğlu'nun 20 YY Sanatında JS Bach kitabında bunu daha net anlayabilirsiniz. Doğrudan Bach'a saygı temalı bir kitap; ama görselliğin neden önemli olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Şunu demeye çalışıyorum. Müzik, Mimari, Resim... Özetle sanatın içinde olduğu her şeyin özünde TASARIM vardır. Tasarlayabilenler ve tasarlama kabiliyetlerini zorlayanlar iyi yerlerde olabilirler; en azından saygı kazanabilirler. 

Elecrelane'i hiç dinlemeden direkt sitesine girince, iyi bir müzik yaptığına bu yüzden kanaat getirebilirsiniz. Electrelane  Londra menşeli bir grup. Naif bir bayan vokalleri var. Minik minik post-punk nüansları, post-rock'a saygı hareketleri var. Minimal klavye tonları vs.

Dahası için;

20:50 - 22:00 Coca-Cola Zero Sahnesi.


***

Histeri Çalışmaları (Çilekeş)


Tamam Ana Sahne'de olduğunu bende biliyorum. Lütfen affedin; ama Ana Sahne'de 15:00'de değil, 20:00'den sonra uzun soluklu sahne almaları gerekiyordu. Kişisel bir kınama yolluyorum organizatörlere. Biz Histeri Çalışmaları için daha önce söyleyeceğimizi söyledik. She Past Away ile aynı saatte olmaları üzücü. She Past Away için kötü bir zamanlama. Onlar adına üzüldüm. 


Histeri Çalışmaları mutlaka dinlenilmesi, takip edilmesi, desteklenmesi gereken bir proje. İzninizle ben Neva dinleyerek Cumartesi gününü beklemeye başlayacağım.


15:00 - 16:00 ANA SAHNE






Rock'n Coke 11 / Küçük Puntolar


Rock'n Coke gibi büyük organizasyonlarda biz dinleyenler Head-Liner kim? diye heyecan dorukta beklemeye geçiyoruz. Keşke o gelse, keşke bu gelse diye kısa diyaloglar kuruyoruz. Hatta Head-Liner tatmin edici değilse tüm organizasyonu baştan sona yerden yere vuruyoruz.

Şimdi sıkı durun. Bir Baba Indie gözlerinizi açacak ve Head-Liner işgaline son verecek. Sahneye çıkmak, reklam, tanıtım faaliyetleri sadece büyük puntolu gruplar için değildir. Küçük puntolu yazılmış gruplarda en az onlar kadar tanıtım hak ediyorlar. 

Rock'n Coke Günlüğünden önce kısaca sözde Küçük Punto'lu gruplara bir göz gezdirelim. 

Rock'n Coke / Küçük Puntolar 1. Gün

Hemi Behmoaras, Soaked, Hakan Tamar, She Past Away, Dengesiz Herifler, Esben and the Witch, Electrelane, Histeri Çalışmaları (Çilekeş)

***

Rock'n Coke / Küçük Puntolar: 2.Gün

(Yakında...)

7 Temmuz 2011 Perşembe

HAFTANIN ŞARKISI | Selah Sue - Raggamuffin

Yaz ayları geldi, biz de halen sürmekte olan bir melankoli var. Utanamasak haftanın şarkısını, kap karanlık bir post-rock şarkısı seçeceğiz. Böyle mallaşan bloggerlar olduk.

İşte bu melankolik hali atmak, sokaklara atılmak ve duvarları süslemek adına, en azından diğer şarkılara nazaran daha hareketli bir şarkıyı haftanın şarkısı olarak seçtik.

Seçtiğimiz şarkının sahibi, içi dolu pıtırcık bir hipster olan Selah Sue adlı güzel bir kardeşimiz, sesi kadar kendisi de güzel olan bu genç vokal, henüz 21 yaşında ve yaptığı işlerle boyundan çok büyük işlere girişiyor (akıllı olsun) ve bunun üstünden başarıyla gelebiliyor.

Selah Sue adlı bu güzel kızımızın, Raggamuffin adında bir şarkısı var ki, tam da bu yaz aylarında dinlemek için özel yaratılmış. Bol reggae soslu, yeterince ritmik, güzel melodiler ve inanılmaz bir vokal performansı içeren bu şarkı, yaz ayları için oldukça ideal.. Hatta hani "Dinlediğim şarkı hem güzel olsa hem de kimse bilmese" dediğimiz şarkılar var ya, Raggamuffin tam da bu sınıfa girebilecek şarkılardan... En azından şimdilik kimse bilmiyor.

İşte bu yüzden haftanın şarkısını Selah Sue - Raggamuffin olarak seçtik, esenlikle dinleyiniz siz astral seyahat'ın yaz yolcuları...



Yann Tiersen'den yeni single ve video!

Sonbaharda yayımlanacağı açıklanan yeni Yann Tiersen albümü Skyline'dan ilk single ve video Monuments'e geldi.

8 Ağustos'ta çıkacağı açıklanan bu yeni single'ın erken yayımlanmasıyla grubun sevenleri de mutlu olmuştur sanırım.



4 Temmuz 2011 Pazartesi

[Dikkat cover içerir!] Onyüzbinmilyonuncu kez ama bu sefer başka...


Binlerce kez cover'lanıp, sonsuz kere çoğalan bazı kült şarkılar vardır. Bunların zirvesinde de şüphesiz ''Enjoy The Silence'' bulunur.

Geçtiğimiz sene Nada Surf tarafından sadece ''cover'' parçalardan oluşan If I Had a Hi-Fi albümünde yer alıp, onyüzbinmilyonuncu kez coverlanıp, bıkkınlık havuzlarında yüzen Enjoy The Silence'ın bu hali şarkıya hakikaten yeniden can vermiş.




Akustik hali de ayrı bir güzel...