25 Aralık 2012 Salı

I Might Be Wrong: Güzel Metronom!

Nedense metronom çoğu zaman şarkılarda dikkatimi çeken ilk yapısal öğe oluyor. Metronom ne kadar yavaşsa, bir şarkıyı beğenme şansım da o kadar artıyor. Ne kadar yavaş, o kadar 'iyi'...  Adagio çoğu zaman candır, canandır.

Ancak bu düsturu bozan şarkılar ya da albümler de olmuyor değil. Nasıl mı ? Metronomun hızlı olduğu, ancak inatla dramatik yapının korunduğu şarkılar. Kimler mi? The Smiths ya da The Cure ilk aşamada aklıma gelen gruplardan. Bu iki grup metronomu hızlandırsa bile, farklı yapısal unsurlarla şarkıların dramatik yönünü korurlar. En azından bu tarzda yapmış oldukları çok sayıda çalışma vardır.

Kuşkusuz böylesine bir işe girişmek çoğu zaman uzun ve zorlu bir yolculuğu da yanında getirir. En nihayetinde, zıtlıklar üzerine kurulu bir anlayışta müzik yapmaya çalışıyorsunuz. Bu durum ciddi bir birikim ya da müzikal yeteneğin varlığını da zorunlu kılar çoğu zaman. Zaten örnek olarak verdiğim gruplar da, bu işin ne denli zor olduğunu ya da nasıl bir müzikal yetenek gerektirdiğini gösteren gruplar olsa gerek.

Her neyse, bunca laf salatasını, böylesine zor bir işe bürünen bir başka grup için yaptım. Adı "I Might Be Wrong" grubun. Grubun en büyük handikapı da adından kaynaklanıyor olsa gerek. Grubun adı epeyce beğenilen bir Radiohead şarkısına da eşlik ediyor. Dolayısıyla grup hakkında olumlu ya da olumsuz verilere ulaşmak oldukça zor. Böylesine güzel notalar, grubun ismi sebebiyle atlanıyor olsa gerek.

Grup hakkında konuşacak olursak, son zamanlarda hem metronomu böylesine delice kullanan hem de şarkılarında dramatik yönünden hiç taviz vermeyen bir gruba rastlamadım desem yeridir. Grup metronoma yüklenmekten hiç çekinmese de, yine de şarkıların dramatik yönünü korumayı başarıyor. Bu bazen şarkıların melodisiyle, bazen bir klavye dokunuşuyla bazense solistin kendine has soğuk ses tınısıyla ortaya çıkıyor. Solistten dem vurmuşken, solist adına birkaç söz de etmek istiyorum. Vokal özel bir ses tonuna sahip değil, hatta oldukça da sıradan bir solist. Ancak melodilere bir o kadar da uyumlu. Bu uyum ister istemez, grubun dramatik yönünü de güçlendiriyor. Gruba doğru bir 'ivme' kazandırıyor.

Özellikle 2009 çıkışlı son albümleri olan "Circle The Yes" ile kendilerini aşan gruba gereken önemi vermeniz gerek diye düşünüyorum. En nihayetinde bir düşünce benimkisi, abartmasanız da olur.


Brazzaville 9 Şubat gecesi Salon İKSV'de!

2008 yılından beri düzenli bir şekilde ülkemizi her yıl ziyaret eden David Brown ve ekibi bu yıl da pas geçmiyor! Kış günlerinin vazgeçilmez gruplarından olan Brazzaville 9 Şubat Cumartesi gecesi Salon İKSV sahnesinde bizlerle birlikte olacak.

Detaylar için şimdilik beklemede kalınız.

brazzaville-band.com/tours






23 Aralık 2012 Pazar

İfade özgürlüğü için: Artists for Amnesty

Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), örgütün ifade özgürlüğü üzerine düzenlemiş olduğu kampanyaların sesini daha iyi duyurabilmek adına "Artists for Amnesty" (Sanatçılar Af Örgütü için) adında yeni bir girişimde bulundu. Girişim kapsamında http://www.artistsforamnesty.org internet sitesini açan ve bu site üzerinden aralarında Melissa Auf Der Maur, Metric, Nelly Furtado ve Grimes gibi müzisyenlerin de bulunduğu isimlerin parçalarını ücretsiz paylaşan UAÖ'nün ziyaretçilerinden tek isteği, e-mail adresleri.

İndirmek istediğiniz parçayı seçtikten sonra e-mail adresinizi giriyorsunuz ve parçayı ücretsiz indirebileceğiniz link adresinize gönderiliyor. Tabii her şeyin bir bedeli var! Bu işlemi gerçekleştirdikten sonra UAÖ newsletter'larına abone olmuş oluyorsunuz. Kendi dünyamızdan çıkıp dünyada dönen sosyal eşitsizliklerin ve sansürün bilincine varmamız adına müzikseverler için biçilmiş kaftan, heyecan verici bir proje olmuş Artists for Amnesty. (Beni en çok heyecanlandıran gelişmenin daha önce hiç duymadığım Melissa Auf Der Maur b-side'ı "Willing Enabler"a kulak vermek olduğunu da ekleyeyim.) Kulak vermeli.


21 Aralık 2012 Cuma

KFKO: Kusursuz Bir U Dönüşü (Konser ötesi...)

Vincent Van Gogh - Sien "Sorrow"

Bu bir konser yazısı olabilir mi bilmiyorum. Yazının sonunda belki buna karar verebilirim. Dün 02:00'de eve girdiğimde Pavurya'yı söyleyerek uykuya daldım. Sabah 06:45'de yine Pavurya söyleyerek uyandım. Hala yazıyı yazarken Pavurya dinliyorum; zira Pavurya albümü çıktığından bu yana Aç Aslan, Ayin, Niye?, Duvar ve önceki albümden Abrakadabra, Geleneksel Mahşer Günü, Sien, Zor İşler, Ağlayamam Ben; son olarak DANdadaDAN'dan Kara Araba, Cenaze, Aydınlıklar'da kafamdaki playlistte repeat mod halinde çalmaya devam ediyorlar. 

Ediz Hafızoğlu: "Oğlum bizim şarkılar çok güzel lan" (Ayin'i çaldıktan sonra...)

Ediz Hafızoğlu'nun bu mütevazi yorumuna daha sonra geleceğim. Ondan önce şunu belirtelim; dün konsere hava muhalefeti nedeniyle gelemeyen çok kişi oldu. Buna rağmen o kar, soğuk ve insanın yüzünü kavuran rüzgara rağmen Ghetto'ya varabilen şanslı insanlardandım. Oraya ulaşmanın getirdiği başarmışlık ve kapıdaki konser afişiyle buluşma hissi tarifsizdi.

Kara Orkestra'nın bir kişi eksik başlayacağını içeri girdiğimizde anladık. Sahnede Özün Usta'ya ait perküsyonlar yoktu. Onun yokluğunda şarkılar nasıl olacak diye kafamda Özün Usta'yı mikser üzerinde Mute tuşuna basarak susturdum. Bir türlü kafamda "olabilir aslında" diyemedim. Ta ki konserdeki o kusursuz performansta Özün Usta yok ama buna rağmen çok güzel diyebilene kadar.

Konser Pavurya ile başladı. En son One Love'da izlemiştim. Oradaki bir takım zihinsel problemlerden dolayı konserin tadını çıkartamamıştık. Bu zihinsel problemlere ek olarak ses düzeninin kalitesizliği o gerçek performanstan KFKO'yu uzaklaştırmıştı. Pavurya ile konsere başlarken ses düzeni ve ortadan kaldırılan bu zihinsel problemler ile seyirciye buluşmaya hazır hale getirilmiş o kutsal buluşma anını yaşamaya başladık. Konserde herkesin zaman zaman kendinden geçtiğine, sarhoşluğu dibine kadar yaşadığına tanık olduk. 

Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı'nda şöyle bir cümle kuruyor;

"Bir insan sadece sarhoşken iyi yazabiliyorsa, sarhoş dolaşsın. "Karaciğerime kötü geliyor" derse, "Karaciğeriniz neymiş ki?" derim. "Ömrü sizinkiyle sınırlı, ölü bir şey; oysa yazabileceğiniz şiirler yaşayacak, herhangi bir şeyle sınırlı olmaksızın."

Dün Ediz Hafızoğlu ve Görkem Karabudak sahnede rakı içerken çok keyifliydiler. Ediz Hafızoğlu'nun rakıya düşkünlüğünü biliyoruz. Şimdi bu keyfiyetini düşününce aklıma Fernando Pessoa'nın cümleleri geldi. Evet bu sağlık durumunu tehdit edecek boyutu ve bu adamlara ya da başka her hangi bir insana zarar verecek boyuta bir gün getirecek olması beni korkutsa bile Fernando Pessoa'ya bu düşüncelerden dolayı hak vermekten kendimi alıkoyamıyorum. Ediz Hafızoğlu ile ilgili daha önce düşüncelerimi çoğu kez paylaşmışımdır. Dün Ayin başta olmak üzere diğer şarkılardaki performansı ile resmen hepimize eve dönüş yolunda "Yok böyle bir adam. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Daha ne kadar iyi çalabilir." gibi bir sürü cümle kurdurttu. Bu dünya da öylesine varolmadığımızı ispatlayan şeyler bunlar. Fernando Pessoa, Vincent Van Gogh, John Fante, Johann Sebastian Bach, Edward Hopper, King Crimson, Franz Kafka, KFKO...!

Aç Aslan gecede en çok beklenen şarkılardan biriydi. Muhtemelen konserden önce herkes "Aklım Burada Kalıyor" sözlerine eşlik etmek için kendini hazırlamıştır. Biz kapanış şarkısı olarak çalınabileceğini düşünmüştük ama öyle olmadı. Şarkıyı normal halinden farklı çaldılar. Bu biraz sürpriz oldu. İnsanlar genellikle alıştıklarının dışında bir şeyle karşılaştığında orta noktada karar veremezler. Hep kesinlik ve iki düşünce arasında tam zıtlık vardır. Bir taraf süper, mükemmel derken diğer taraf kötü, berbat diyerek kestirip atar. Aç Aslan'ın bu hali belki riskti ama bu risk inanın oradaki hiç kimsenin umurunda değildi. Olsaydı bile herkesin ortak reaksiyonu şu olurdu. "Aç Aslan olağanüstü olmuş!" 

Konserde neredeyse her şarkıda bol bol doğaçlama yaptılar. Doğaçlama yapabilmek sadece müzikal kabiliyetlerle olabilecek bir iş değildir. Özellikle böyle duygularla, başka boyutlarda müzik yapıyorsanız hislerinizi ve ruh halinizi o söz konusu müzikle bir araya getirerek, senkronize bir şekilde, ruhani bir zirvede buluşturmanız ve insanlar üzerinde sarhoş bulutlar gibi dolaştırmanız gerekir. Örneğin Barlas Tan Özemek şarkıdan kopsa ve durumu toparlamak için xyz gamından bir solo atsa, efekt pedallarıyla noise yaratarak doğaçlamaya yapsa bile kurtaramazdı. O anlarda tüm grup üyeleri yapması gereken tek şeyi yapıp, sadece o buluta erişmeyi amaçladılar; ve bunu her defasında kusursuz bir şekilde başardılar. Bunun en güzel örneğini Sien'i çalarken gösterdiler. Sien normalden herhalde 3-4 dakika daha uzun sürdü. Korhan Futacı elinde mikrofonu ile içindeki Vincent Van Gogh'a seslendi "Anlat bize sen anlat" dedi. Vincent Van Gogh'un ruhu bu çağrıya kayıtsız kalmadı ve Korhan Futacı'nın bedenine girdi. Bize "Sien" ile ilgili sürü şey anlatı. Tek kelimeyle şarkının zaten kendine has ahengi ile kendimizden geçmişken "absent göllerinde uçan balıklarla yüzen" insan kafasına eriştik. Zira diğer şarkılarda aynı etkiyi Barlas Tan Özemek (Abrakadabra), Gökhan Şahinkaya (Aç Aslan), Görkem Karabudak (Duvar) ve tabi Ediz Hafızoğlu'da (Ayin ve Merdiven) fazlasıyla hissettirdi.

Konser gerçekten benim adıma tarifsizdi. Daha önce Bir Baba Indie'de neden KFKO için özel bir yazı yazamıyoruz diye konuştuk. Albüm çıktı, konserlere gittik. Ne yazabiliriz diye aramızda fikir alış verişi yaptık. Adamlar çok iyi demekten başka bir şey gelmedi aklımıza. Çok iyi diye blog yazısı mı olur? Olmaz diyerek hep erteledik. Bu gün hazır iki cümleyi bir araya getirebilmişken bir kaç şey yazabildim; nihayet! Yine de yazı uzun diyenler olur diye özet geçeyim.

"Adamlar çok iyiden bile iyi!"

Ortadan kırık zamanda, kurumayan darağacında bana son isteğimi sorarlarsa bir kere daha KFKO dinlemeyi ya da grupla sahnede bir köşede, herhangi bir enstrüman çalarak bir nota ile eşlik etmeyi isterdim. 

Ediz Hafızoğlu'nun başta yazdığım sözleriyle fazla mütevazı olduğunu belirtip, konser ile ilgili tek eleştirimi bu şekilde yaparak yazıyı sonlandıralım. 

Öbür Dünyanın Krallarına...! 

İtiraf değerinde Not: Kapıdaki konser afişini ben çaldım. Affınıza sığınıyorum.

(...)

20 Aralık 2012 Perşembe

Bülent Ortaçgil: "Kadın Sesi Değmiş Şarkılar"

Bülent Ortaçgil, bu karlı kış gecesinde Türkiye'nin en 'iç ısıtıcı' sese sahip 3 kadın vokaliyle aynı sahneyi paylaşacak. 

Birsen Tezer, Jehan Barbur ve Ceyl’an Ertem ile birlikte Ortaçgil'i canlı canlı izlemek istiyorum diyorsanız biraz geç kaldınız. Çünkü garajistanbul'da gerçekleşecek konserin tüm biletleri tükenmiş durumda Ancak tam 21.30'da muzikicinefes.com'da yayınlanacak konseri evinizden, elinizde bir fincan kahve ya da bir kadeh şarap eşliğinde de takip edebilirsiniz.

O zaman alarmlarınızı şimdiden kurunuz!



17 Aralık 2012 Pazartesi

The xx'den "Last Christmas" yorumu


Pek sevdiğimiz İngiliz The xx, yeni yıl öncesi George Michael'ın da 80'li yıllarda içinde bulunduğu Wham'dan Last Christmas'ı tekrar yorumladı.



Bu da orijinal versiyonu:




16 Aralık 2012 Pazar

Lost in the Trees: Bir Çocuğun Ağıdı

Sanki yeni bir janr yarattı bu grup. Hatta grubu indie olarak sınıflandırmaktan dahi korkuyorum. Farklı bir müzik yaptıkları kesin. Hani mevcut müzik sınıflandırmaları içerisinde kendilerine yer bulmaları  da oldukça zor. Acaba gece yatarken "biz nasıl bir canavar yarattık" diyorlar mıdır kendilerine? Bu müzik bir canavar olmasa da, insanda farklı dürtüleri ortaya çıkaran, bunca zaman nasıl olur da böyle bir müzik hayata geçirilmez denilecek tarzda bir çalışma. "Orkestral folk rock" diyorlar ama değil, kesinlikle değil.Yok öyle yağma, bu kadar kolay değil Lost in the Trees'i bir sınıfa sokmaya girişmek, gerek de yok hani.

Folk demek yetmez, indie demek hiç yetmez, senfonik demek de yetmez... Valla nereden tutsam elimde kalıyor, net bir ayrıma girmek sanırım bu notalar için yapılan en büyük insafsızlıklardan biri olsa gerek. Ancak etkileşimlere bakacak olursak, grupta 50-60 soundtrack'lerinden etkilenmeler kendini ciddi bir şekilde gösteriyor. Sonrasında  belki de tüm şarkıların temelini oluşturan klasik müzik etkisi de bir o kadar önemli bir yerde duruyor. Ve tüm bunların inanılmaz harmonisi. Gerçekten yıllar sonra bile hatırlanacak, eşsiz bir müzik yapıyor Lost in the Trees...

Atmosferik desem mi acaba diye düşünüyorum. Bilemiyorum valla. Şu post'u yazarken gerçekten zorlanıyorum, hani yaptıkları müzik hoşuma gitmese "yapacağınız işe de, size de ...." diyebilirdim ama demiyorum, diyemiyorum çünkü örnek olmaya çalışıyorum. Yaşadığım 'dramı' anlatmaya çalışmak istiyorum. Misal şu an da bu grubun "The dead bird is beatiful" adlı şarkısını dinliyorum ve şarkıdaki kadın back vokal bildiğiniz "dramatik soprano" atıyor ama bu şarkı aynı zamanda safkan bir folk şarkısı. Eee ne olacak demeyin? Buyrun siz de dinleyiniz efendim, sizin de devreleriniz yansın.
Grubu tanımlamaya kalkarken, bu grup hakkında bir takım bilgileri vermeyi unuttuk. Bu grup North Carolina civarlarından çıkma ve 7 kişiden oluşmakta. Solistlerini Blackbud dinleyenler oldukça sevebilir, Blackbud'ın vokalini sevenler Jeff Buckley'i de seviyorlardı. Oldukça iyi bir vokale sahip grup, şarkıların dramatik yapısını oldukça iyi doldurmakta. Grubun orkestral yapısına bakacak olursak ilk aşamada benim bulabildiğim enstrümanlar ; Fransız Kornosu, Çello, Viyolin, Obua, Keman ve  Tuba bulunmakta. Ancak albümleri dinlediğinizde, grubun kullandığı enstrümanlarının daha  da fazla olduğunu göreceksiniz. Grubun misyonu bu

Ön çıkan şarkılar diye bir ayrıma girmeyeceğim, böylesine bir orkestrasyon müziğinde şu şarkılar güzel demek, yapılmış en büyük haksızlıklardan biri olsa gerek. Her şarkıda ayrı ayrı, ince ince işlenmiş detaylar var. Bunları keşfetmek inanın büyük bir zevk ve bu zevkten sizleri eksik koymak istemem. Bu detayları sizlerin de zevkle keşfedeceğini düşünüyorum.
Başlıkta "bir çocuğun ağıdı" diye yazdım. Bu notaların bu kadar etkili olmasını sağlayan bir ölüm. Bir bedenin bu dünyayı terk etmesi. Acı bir hikaye var bu güzel grubun bizlere anlattığı. Grubun solisti belki de her şeyi olan Ari Picker'in güzel annesi 2008 yılında intihar ederek hayatına son veriyor.  Sonrasında Ari Picker tarafından bu notalar ortaya çıkıyor. Bu şarkılar her dinlemede farklı anlamları ortaya çıkarıyor. 
Bir oğulun annesi için yarattığı bu ağıdı dinlemeniz dileğiyle...

Ari Picker:
"I wanted to give my mother a space to become all the things I think she deserved to be and wanted to be, and all the beautiful things in her that didn't quite shine while she was alive. "





15 Aralık 2012 Cumartesi

Yeni Klip: Korhan Futacı ve Kara Orkestra - AÇ ASLAN





Korhan Futacı ve Kara Orkestra'dan yeni bir klip geldi. İlk kliplerini Ben Sana Vurgunum'a çeken grup, ikinci klibini Aç Aslan'a çekti. 

Albümün ikinci parçası olan Aç Aslan, bana göre albümdeki en dikkat çekici parçalardan biridir. Birinci klip Ben Sana Vurgunum biraz stratejik bir seçimdi bana göre. Birinci klibin Pavurya olması gerektiğini düşünüyordum. Zira birinci klip ne olursa olsun, Aç Aslan normal şartlarda da ikinci klip olurdu. 

Korhan Futacı ve Kara Orkestra benim için Türkiye'nin en iyi grubudur. Hatta uzun zaman diliminde tek başına zirvede tutacağım tek gruptur. Bunun değişeceğini sanmıyorum. Bu klipte eleştirilecek şeyler var elbette. Bu klipte neden sadece Korhan Futacı var? Diğerleri nerede? Ediz Hafızoğlu? Barlas Tan Özemek? Özün Usta? Gökhan Şahinkaya? Görkem Karabudak? Bunu bilmiyorum. Sadece bir kaç tahmin yürütebilirim. Bağlı oldukları yapımcılar böyle istemiş olabilir. Klip sektöründe bir çok kriter göz önünde tutulur. Mesela bas gitaristler kliplerde çok fazla yer almazlar. 3 dakikalık bir şarkıda 30 saniye görürseniz sevinmelisiniz. Mesela Aç Aslan'da Gökhan Şahinkaya'nın performansı bence şarkıdaki en etkili performastır. Hatta genel albümde de Gökhan Şahinkaya'nın gizli kahraman olduğunu düşünüyorum.

Neyse uzatmayalım konuyu. Bu klipte sadece Korhan Futacı'nın olması sektör kriterleri gereği olabilir; zira şunu da unutmamak lazım. Gruptaki herkes birden fazla projeyle, birden fazla isimle çalışmalarına devam ediyor. Ediz Hafızoğlu'nu aynı gün içerisinde iki farklı grupla konsere çıktığına yakın zaman içerisinde tanık oldum. Hepsi çok yoğunlar. O uygun zaman olmadığı için klip böyle olmuş olabilir. Grubun bu olaylara genel bakış açısında da zaten inceden bir eleştirileri ve talepleri olduğunu da biliyoruz. Öyleyse ne yapacağız? Gökhan Şahinkaya'nın o müthiş performansı için konserlere bol bol gideceğiz.

Hazır konu açılmışken bir konser haberi ekleyelim. 20 Aralık - Perşembe günü Korhan Futacı ve Kara Orkestra Ghetto'da olacak

Konsere giden yol. 




13 Aralık 2012 Perşembe

Atoms For Peace'in albüm kapağı belli oldu!


Thom Yorke, Flea ve Joey Waronker'in yeni projesi olan Atoms For Peace'in albüm kapağı da sonunda gün yüzüne çıktı. İlk olarak "Default" adlı single'ını paylaşıma sunan grup, şimdi ise hem albüm kapağını hem de yeni albümün adını dinleyicilerle paylaşıyor.Göreceğiniz gibi siyah beyaz renkler üzerinden kurgulanan kapak, bizlere aynı zamanda debut albümün adını da belirtiyor. Grup albümün adı "AMOK" olarak belirlemiş. Ne diyelim hayırlısı olsun.



9 Aralık 2012 Pazar

Davulcu Muhabbetleri

Çoğu zaman bir müzik sahnesinin en arkasında kalan kişilerin hikayesini anlatan bir belgesel ortaya çıktı. "Davulcu Muabbetleri" bu belgeselin adı. 'Davul' çalan kişilerin hayatına/hayatlarına ya da hayatlarının benzerliğine yoğunlaşıyor bu güzel ve samimi yapım.  Belgesel, o kişilerin hayatlarının 'davul' enstrümanı ekseninde ne kadar benzeştiğini aslında ortaya çıkarıyor.


O kişiler kimler mi?

Hakan Açıkalın, Recep Akdeniz, Cem Aksel, Deniz Alemdar, Serkan Ayman, Cengiz Baysal, Turgut Alp Bekoğlu, Okan Duman, Asım Ekren, Kerem Eye, Durul Gence, Burak Gürpınar, Aydın Karabulut, Volkan Öktem, Berke Özgümüş, Özgür Peştimalci, Selami Sevinç, Alpay Şalt, Orkun Tunç, Utku Ünal ve Cenk Ünnü

Bu güzel ve samimi yapım herhangi bir karşılık gözetmeden aşağıda belirtilen adres üzerinden ücretsiz olarak izlenebilmekte. Müziğin arka sıralarında kalan bu çocukların seslerine kulak vermeniz dileğiyle...







5 Aralık 2012 Çarşamba

Other Lives: "Hiçbir şey yazma, üç nokta koy..."

Bu bir blog post'u değildir! Kejura ile yaptığımız klasikleşen müzik sohbetlerimizden bir kesiti sizlerle paylaşmak istedim o kadar.

" Vecihi: Abi "Other Lives" nasıl bir gruptur öyle ya
Kejura: Değil mi lan? Tüm şarkıları güzel neredeyse
Vecihi: Abi hangi şarkıya saracağımı şaşırdım, ayrı bir şey bu grup.
Kejura: Kesinlikle, hani geçen gün tüm şarkıları güzel olan albümleri sayarken aklımıza sadece 2 tane gelmişti ya, al işte, Allah'ın sopası yok! Çıktı bir tane daha...
Vecihi: Harbi lan, uzun zamandır böylesine bir albüm dinlemiştim. Resmen s.kti attı beni. Ayrı bir albüm olmuş bu. İlk dinlediğimde "It was the night" sarmıştım abi, bu aralar "Matador"a fena takıldım. Ayrı bir şey.
Kejura: Di mi lan?" Matador" ayrı bir şey abi, çok garip bir şarkı harbiden
Vecihi: Aynen lan, şarkıda 3-4 tane farklı müzikal form var ve her form birbirinden bağımsız denecek kadar uzak, ancak bu adamlar sanki o uzaklık yokmuş gibi şarkıları yapıyorlar. İnanılmaz bir bağ var şarkı geçişlerinde ve tüm bu formlar kendi içinde çok iyi lan. B.kunu çıkarmış bu grup ya
Kejura: Aynen abi, grup hazmetmesi zor ancak bir o kadar da dinlemesi kolay şarkılar yapıyor. Her dinlemede farklı detaylara dalıyorsun.
Vecihi: Biraz Midlake var değil mi Other Lives'ta?
Kejura: Var abi, var. Artık kim kimden etkilenmiş bilmiyorum ama o da var. Çok detay var müziklerinde, neye yoğunlaşacağını şaşırıyorsun belli bir noktadan sonra.
Vecihi: Aynen abi, başıma bir şey gelmeyecekse "Other Lives klavyesi" diye bir şey var abi. Hayatımda ilk defa bir grubun müziğinde, klavyeye özel ilgi gösteriyorum.
Kejura: Yaylıları da çok iyi kullanıyorlar. 
Vecihi: Bilemedim lan, misal şimdi konuşurken bir yandan da grubu dinlemek istiyorum. Bela gibi kaldı başıma grup. Aynı zamanda blog'a nasıl yazsam diye de kaç gündür ciddi ciddi düşünüyorum. 
Kejura: Ne kasıyorsun lan?
Vecihi: Oğlum kasma değil, ayrı bir müzik yapıyor bu adamlar. Farklılar. Benim klişe yazı stilimden farklı bir şekilde yazmalıyım abi. Other Lives bunu sonuna kadar hak ediyor, dur bakalım ne çıkacak.
Kejura: Hiç bir şey yazma, üç nokta koy... Bir de "Matador" patlat.
Vecihi: Olur mu lan öyle?
Kejura: Olur lan, niye olmasın?
Vecihi: Neyse, ben düşüneyim bir şeyler yazarım herhalde. "
...




3 Aralık 2012 Pazartesi

Bir Baba Indie Mix: "Kasım 2012"


Bu ay birbirinden farklı, belki de daha önce pek duymadığınız akustik seslerin yoğun olduğu bir 'mix' ile yeniden birlikteyiz. 

Biraz kurcalayınca bol bol 'ekmek' çıkartabilecek playlistimiz için sizi hemen şöyle alalım:



Diğer mix'ler için: 8tracks.com/birbabaindie


Playlist:

1. Shooting Lead Rabbits - BigTop
2. Dakota Suite - When Skies are Grey
3. Other Lives - It Was The Night
4. I Might Be Wrong - Salomon
5. The Chevin - Love Is Just a Game
6. Iain Morrison - The Kid Who Hid Under The Water
7. Yesterday Shop - Goodbye My Friend
8. Julia Stone - Maybe
9. Le Days - That Is Love

27 Kasım 2012 Salı

Calexico Mart ayında ülkemizde!

2012 yılında en sevdiklerimiz arasında olan Calexico, bu yıl çıkardığı Algiers albümü kapsamında 2-3 Mart tarihlerinde Salon IKSV sahnesinde olacak.

Geçtiğimiz günlerde açıklanan Japon Post Rock grubu Mono'dan sonra Salon IKSV Mart ayında yüzümüzü güldürmeye devam ediyor. Umarız aynı hızda devamı da gelir. :)



26 Kasım 2012 Pazartesi

Gaz Coombes - 22 Kasım Salon İKSV Konseri

Supergrass'i en son ne zaman dinlediğimi hiç hatırlamıyorum, hatta grubun dağıldığını dahi bilmiyorum. Grubun şarkıları hiç bir zaman müzik çalarımda yer iştigal etmedi.Grup hakkında sadece mini bir kulak dolgunluğuna sahibim. Grup hakkında önyargılarım yeterince abartılı olsa gerek. Bu önyargıları kırmak için öyle bir şey gerekti ki;  ilk işim müzik çalarımı Gareth Micheal, nam-ı diğer Gaz Coombes ya da başka bir deyişle ex- Supergrass vokalisti'nin şarkılarıyla doldurabileyim.

O gereken şey ise;  22 Kasım'da Salon İKSV'de gerçekleşen Gaz Coombes konseri oldu. Oldukça çekinceler içerisinde gittiğim konser, beklentilerimi aşan daha doğrusu ne kadar insafsızlık yaptığımı gösteren bir konser haline geldi. Gerçı bu durum; beklentilerimin düşüklüğünden midir, yoksa Gaz Coombes ve grubunun eşsiz performansından mıdır bilmem ama  konserdeki her şarkıyı ağzım açık dinlediğimi itiraf etmeliyim. 22 Kasım 2012 Gaz Coombes konseri gerçekten her unsurun birbirini oldukça iyi tamamladığı bir performans olarak kişisel tarihime geçti.

Grubun sahne enerjisinin oldukça iyi olduğunu öncelikle belirtmek gerek, bir an olsun sahneden gözlerimi alamadım. Bu şarkıların melodik halleriyle olduğu kadar, grubun sahnede ortaya koyduğu sound ile de ilintili olsa gerek. Şunu açıkça belirtmek isterim ki; Gaz Coombes son 2 yıldır dinlediğim konserler içerisindeki gerçekten en 'sağlam' sound'a sahip konserdi. Her bir enstrümanın, her bir notanın içinize işlediği, her sesi rahatlıkla birbirinden ayırt edebildiğiniz bir konserdi. Bu durum kuşkusuz, grubun yarattığı atmosferin en belirgin özelliklerinden biri oldu. Özellikle klavyecinin performansı, uzun zamandır görmüş olduğum en iyi performanslardan birisi olsa gerek. Oldukça enerjik ve bir o kadar da işinin ehli bir insan olduğunu göstermiş oldu. Gaz Coombes'in Supergrass'in birkaç şarkısına da yer vermesi  ayrı bir güzellik kattı konsere.Gareth Micheal'ın sevimli hali, seyircisiyle kurmuş olduğu sıcak diyalog ise konserin tuzu biberiydi artık. Gerçekten çok sevimli birisiymiş adam.

Özetlemek gerekirse; bir konser önyargıları kırmak için sebep haline gelebilir mi? Geliyor işte, yapacak bir şey yok. Einstein'a derin sevgilerimi iletiyorum bu post'la...

21 Kasım 2012 Çarşamba

Seks İşçiliği = Sanat İşçiliği



Twitter'da bir meseleye tanıklık ettim. Bu mesele müziğin ticarileşmesi üzerine yapılan bir tartışmadan ibaret. Cem Adrian ve DMC'nin genel müdürü Samsun Demir arasında geçen diyaloglar çok ilgimi çekti. Paylaşmak istedim. 

Mesele şuradan doğmuş. Power Türk geliştirdiği aplikasyon aracılığı ile 1 milyon kişiye ücretsiz albüm, şarkı indirmesine fırsat tanımış. Müyor-Bir başkanı Ahmet Koç ve Samsun Demir ise bunu tespit edip, telif hakları ihlali nedeniyle mahkemeye sunmuşlar. Yasal olmayan şekilde indirdiklerini kanıtlamışlar. Olayın birde telif hakları ihlalinin yanı sıra, Power Türk'ün hangi sanatçıların şarkılarını çalıp çalmayacağına kendi insiyatifleri doğrultusunda karar vermesi. Buradan anlaşılacağı üzere ortada yazılı anlaşmalarla bizlerin radyonun başında kimleri dinleyeceğimize sermaye sahibi şirket sahipleri ve reklam! alanı olarak çalışan radyolar karar veriyor. Neyse bu konuya geleceğiz. 

Müyor-Bir başkanı Ahmet Koç, Uçankuş'a şu açıklamayı yapmış. 

Birincisi Powertürk sektörü ikiye böldü.

Çünkü kendilerine göre bir çizgi oluşturmuşlar ve sözde buna dayanarak istedikleri şarkıyı çalıp istedikleri şarkıyı çalmıyorlar.

Ama kendilerine ait müzik kanallarını dinlediğinizde,çalınan şarkılara bakıldığında kendileriyle çeliştikleri çok net ortada.
İkinci konu ise Power’ın  izinsiz mobıle aplikasyonla şarkı indirmeye izin veriyor olması. Bunun için bizden izinlerin alınması gerektiği halde bize başvurmadılar. Kendilerini uyardık ama herhangi bir geri dönüş olmadığı için hukuki yasal süreci başlattık.
Kısacası bizim parayla sattığımız hizmeti, Powerkendi kurduğu sistemle kullanıcıyla indirme imkanı sunuyor. Sistemin iptaliiçin yasal süreci başlattık.
   Ahmet Koç
Müyorbir başkanı

DMC genel müdürü Samsun Demir twitter üzerinden Power Türk'e eleştrilerini sıralarken, arada konuya katılan müzisyen ya da takipçilerine sanatçıların haklarının korunması gerektiğini belirterek destek istiyor. Ardından Power Türk'ün Tarkan, Kenan Doğulu, Serdara Ortaç gibi isimlerin şarkılarını neden yayınlamadığını ve kriterlerine göre neden liste başı olamadıklarını sorguluyor. Bu görüşü ise en çok satan! olarak savunuyor. Bütün radyolar "Hatasız Kul Olmaz" şarkısını günde bir çok kez çalarken, neden Power Türk'ün hiç çalınmadığını sorguluyor. 

Tüm bu muhabbet akıp giderken Cem Adrian konuya dahil oluyor ve diyor ki;

Power tuşuna bastığınızda kapatabildiğiniz "birşey"e bu kadar gebe kalmanız sizin eserinizdir.  . Kimdir ki bi tv?

Cem Adrian söze girene kadar her şey sözde sanatçı hassasiyetine sahip Samsun Demir'in cümlelerini yapay bir gülümseme ile takip ediyorsunuz. Takip ederken çok açık bir şekilde ticari kaybın getirdiği o "ay kıyamam" endişesini zirvede hissediyorsunuz. Cem Adrian'ın verdiği cevap çok önemli bir cevaptır. Müziği endüstriyelleştirip, kendi çıkarlarına ters düşecek bir durumda tüccar hassasiyetinden sıyrılıp müzisyen hassasiyeti naifliğine erişmek hiç hoş değil. Yoksa samimi bir şekilde bu olayların takipçisi olmak gerçekten takdir edilecek bir şeydir. 

Samsun Demir kriterlerindeki sanatçı veya müzisyenlerin birleşip bu haksızlığa dur demesinin arkasındayız. Zira daha çok yakın bir tarihte Uraz Kıvaner'in yaşadığı olay karşısında aynı hassasiyetleri neredeydi? Daha ötelerde sanatı kirletip, müziği çirkinleştiren ortamları yaratanlar kendileri iken bu kirli suların üzerlerine sıçrayınca oturup kızan insanlara hangi sebepten, neden destek olalım?

Bu ülkede kaç müzisyenin insan üstü çabalarla müzik yapmaya çalıştığından haberdarlar? Bu ülkede sırf gücü, direnci bir yerden sonra kalmadığı için müzik yapmaktan vazgeçtip bir şirketin x bölümünde, mutsuz bir şekilde iş yapan insanlar olduğunu biliyorlar mı? Sadece müzik yapıp, ayakta kalabilmek adına Galata'da eski, yıpranmış, leş gibi, pislik içinde odalarda kaç tane müzisyenin yaşadığını biliyorlar mı? İyi stüdyolarda, iyi ekipmanlarla kayıt yapmak için ömrünüz boyunca ek işler yapmak zorunda olmanız gerektiğinin farkında mısınız? Albüm yapabilmek için arabasını satıp, kredi çekip albüm yapmaya çalışan insanların farkındalar mı? Hiç kimse çok uzaklara bakmasın. Etrafınızdalar iyi bakın göreceksiniz. 

Geçtiğimiz aylarda Derbeder Olduk yazısını paylaştığımızda bir şeyler anlatmak istedik. O bile popülerleşme kaygısı olarak algılandı. Bizim popülerleşme ile ilgili bir sıkıntımız yok. O yazıda anlatılmak istenen tek şey Müzisyenlerin hangi noktadan sonra kendilerinden ve düşüncelerinden ödün vermeye başladığını anlamaya çalışmaktı. Replikas'ın Seyyah'ını Özcan Deniz'den dinlediğimizde keyif almak kadar hislerimizi kaybetmedik henüz. Replikas albümüyle ilgili son viraja doğru girereken, o albümün kaynağını eğer Özcan Deniz'e şarkı vererek sağlıyorsa hepimize yazıklar olsun. Bu kadar net yazıyorum. 
  
Afedersiniz ama bir müzisyen olarak söylüyorum bize Samsun Demir hassasiyeti gerekmez. Bize Serdar Ortaç'ın, Kenan Doğulu'nun, Tarkan'ın arkasını kollayacak insanların varlığı gerekmez. Ticari kayıplarınızın telafisi için SANAT ve SANATÇI vurgularınızı yapmayınız. Sanatı savunmak çok ince bir düşünce, maddi olmayan hassasiyet gerektirir. 

Maalesef dün kaybettiğimiz Cemil Özeren'in en yakın arkadaşlarından Arslan Hoşman şöyle bir şey söyledi;

Kendisi yanlızlığı tercih etti. Hakları çok yendi. Tüm sanatçıların hakkı yeniyor. Tüm sanatçıların başında menejer denen belalar var. Ve kanlarını emiyorlar. İnsan kandırılırsa, üç kağıda getirilirse terk eder. Cemil bizi terketti.

İşte bu zihniyetin insanları getirdiği son noktadır. Magazinel hayatları yaşamaya zorlanan, kendi sanat anlayışları dışına çıkmak zorunda olanları bir yerde anlayabiliyorum. Bu insanları bu zorlu yaşama ittiren insanlardan gerçekten nefret ediyorum. Bu insanlara seks işçisi muamelesi yapılması hiç tahammül edilebilir bir şey değil. Gerçekten sanat sevdalısı insanlarsanız buyrun gelin oturup konuşalım. Ortada parasal mevzular, ticari kaygılar olmadan konuşalım. Sanatı bu kadar önemsiyorsanız nolur rahat bırakın insanları ya da yurt dışından avakado falan getirip, ticaretini yapın. Çok daha faydalı olursunuz.

İşin en kötü yanı ise bu zihniyetin sunduğu tatlı! hayatı sevip, bununla yaşamayı seven Cem Adrian'a göre Zanaatkar! bana göre ise bir hiç olan insanların var olması. Söz konusu sorunlara, dertlere, kederlere bulaşmadan kendi magazinel hayatlarında, egolarını okşayan insanları sanatçı algısının dışında tutuyorum. 

Cem Adrian ile Samsun Demir arasındaki twitter mesajlarını aynen aşağıya koyuyorum. Umarım gören, duyan olur.

Cemil Özeren'e de nur içinde, huzurla yatmasını diliyorum. Her şeye rağmen bu dünyaya ticari kaygılarını değil müziğinden, sanatından bize bir şeyler bıraktığı için... Tıpkı diğer sanatçılar gibi... 

Sanatçılarınıza ve sanatınıza sahip çıkın! 







Konuyla ilgili diğer yazılar:


***

Replikas'ın konu hakkındaki yorumları:





ALBUM | Kırıka - "Yılların Ettiğini"

Son yıllarda çıkan en şahsına münhasır gruplardan olan Kırıka'nın bu albümünü dinledikçe insan, alıp başını "üstünde zeytin biten topraklara" atası geliyor.

2008 yılında yayımladıkları ilk albümleri "Kaba Saz" ile güzel memleket İzmir'in güzel grubu olarak tanıdığımız Kırıka, çiftetelliler, kasap havaları, rebetikolar, psikedelik havalardaki zeybeklerle kaldığı yerden devam ediyor. Hem de bu sefer daha da zenginleşmiş bir kadroyla...

Ana kadrodaki Salih Nazım Peker, Erdoğan TürkseverOrçun Baştürk'ün yanı sıra, Ayyuka'dan tanıdığımız Özgür Yılmaz da gruba katılarak, Kırıka'ya "altı tel" daha kazandırmış oldu.

Bergamalı trompet ustası Nazmi Ürk ve oğlu klarnetçi Uğur Ürk'ün yanı sıra Brenna MacCrimmon (geri vokal), Burcu Tatlıses (geri vokal), Okan Kaya (geri vokal), Nikos Skafidas (keman), Hasan Devrim Kınlı (akustik gitar), Hasan Gözetlik (trombon), Özgür Gürbüz (kanun), Tuncay Korkmaz (ağız armonikası), Murat Ferhat Yegül (trombon)... gibi isimler de albümde emeği geçenler arasında...



Baykuş Müzik etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayınlanan albümün çıkış parçası, ilk dinlendiğinde insanı bir yerlerinden yakalayan "Cigara" olurken, ilk video klip de albümün en eğlenceli ve (her türlü) en oynak parçası olan Keçi Kalesi'ne geldi.



Bu arada, 23 Kasım Cuma tarihinde Salon İKSV'de gerçekleşecek yeni albümün ilk konseri de grup elemanlarının sağlık sorunları sebebiyle ileriki bir tarihe ertelenmiş.






15 Kasım 2012 Perşembe

Depeche Mode konseri bilet fiyatları açıklandı!

17 Mayıs 2013 tarihinde ülkemize "bir kez daha" uğramayı planlayan Depeche Mode'un KüçükÇiftlik Park'ta gerçekleşecek konserinin bilet fiyatları açıklandı!

Deluxe VIP Teras : 530 TL
Diamond Circle : 371 TL
VIP Platform : 295 TL
Golden Circle : 245 TL
Normal Ayakta : 120 TL

www.biletix.com/biletsec/PLDPM/TURKIYE/tr


14 Kasım 2012 Çarşamba

VİDEO | Metric - "Breathing Underwater"

Kanadalı grup Metric, son yayımladığı albümü Synthetica'dan Breathing Underwater adlı parçaya video klip çekip, paylaştı.

Grup ayrıca, son albümü Synthetica'ya 5 akustik parça ekleyerek 20 Kasım tarihinde "Synthetica Deluxe" şeklinde tekrar piyasaya sürecek.



12 Kasım 2012 Pazartesi

The Envy Corps: Radiohead olabilmek!

Böylesine bir grup, nasıl olur da böylesine diplerde kalabilir. Bunu bana birisi otursun ve sakince anlatsın. Yahu Ekşi Sözlük'te tek bir başlık dahi yok grup hakkında. Hani biz No Clear Mind için underrated bir grup diyorduk da, daha fena durum içerisinde olan gruplar da varmış. The Envy Corps'un bu durumu biraz Aziz Nesin hikayelerinin trajik hallerini de andırıyor. Ulan adamlar Radiohead etkisinde bir müzik icra ediyorlar, en azından bu sebeple bilinir olmaları gerek. Ben Kültürel İncelemeler'de okuyan herhangi bir hipster'a The Envy Corps'u dinletsem, hepsi de grubu Radiohead zanneder. O derece de bir benzerlik var, peki neden bilinmiyor bu grup? Gerçekten birisi bana bunu anlatsın.

"Radiohead olmak"
Radiohead her ne kadar son zamanlarda bokunu çıkarmış olsa da, benim için çoğu zaman geleceğin müziğini icra eden bir grup olarak var olmuştur. Yaptıkları müzik çağı aşan, çağlara yayılan bir anlayışa sahiptir. Şimdi böylesine bir gruba yakın bir duruş sergilemek ve bunu kendi özgün niteliklerini bozmadan, eskinin üzerine yeni şeyler katarak yapabilmek oldukça önemli bir nokta olsa gerek. Sonuçta karbon bir kopya olma hali yok The Envy Corps'un notalarında.  Önce 'kendileri' var... Nasıl bir 'kendi' peki? Daha içsel,  daha kişisel ve daha özgür olunabilen bir hal bu. Belki Thom Yorke The Envy Corps içerisinde kendini daha mutlu, huzurlu ya da özgür hissedebilir. Radiohead olmak kuşkusuz ağır bir yük.

The Envy Corps bahsettiğim gibi Radiohead ve Muse gibi gruplarla derin bir etkileşim içerisinde. Daha doğrusu Radiohead'in eski günlerini özlüyorsanız, Muse'ın 'güncel' sound'unu seviyorsanız ya da Coldplay dinlemekten sıkılmıyorsanız,  The Envy Corps doğru adres olarak karşınıza çıkabilir. Hafif ritmik ancak melodramik yapısını koruyan bir grup The Envy Corps. Hatta yer yer ustalarından bile güzel işler yaptıklarını söyleyebilirim ki değerlendirme kıstasım melodidir, bu da bazı şarkılarda daha melodik olduğu anlamına gelir. Solistin sesi her ne kadar Thom Yorke'un vokal performansını epeyce andırsa da, hafif nüans farklılıklarıyla karakteristik bir hal içerisine girebiliyor.Özellikle Med Song, Fools ve It Culls You gibi şarkılarda bu karakteristik hal iyiden iyiye ortaya çıkıyor. 

Lafı fazla uzatmak istemiyorum. Radiohead'in eski günlerine özlem duyan ve bu özlemi kaliteli bir müzikal anlayışla gidermek isteyenlere The Envy Corps kaçırılmayacak notalar vaad ediyor. 



9 Kasım 2012 Cuma

Pet Shop Boys | Elysium


Pet Shop Boys – Elysium
Parlophone

Pet Shop Boys’un 2000’li yılları pek verimli geçmedi. 2002 tarihli ‘Release’ eleştirmenlerce PSB’nin olgunluk dönemi albümü olarak lanse edilip geçiştirilirken, ‘Fundamental’a ise gereğinden fazla politik –daha doğrusu anti pop- bulunmasından ötürü hak ettiği ilgi gösterilmedi. 11. PSB kaydı ‘Elysium’ ise grubun kariyerine yeniden ivme kazandıran ‘Yes’ albümünün takipçisi; ne onun kadar enerjik ne de iddialı. Öyle ki 90’larda yayınlanan ‘Bilingual’ ile ‘Elysium’ arka arkaya dinlendiğinde aradan hiç zaman geçmemiş gibi hissediyor insan. Yine de grubun yeni albüm için Kanye West ve Mary J Blige gibi isimlerle çalışan Andrew Dawson ile bir araya gelmiş olması, ikilinin müziğini güncel tutmak için çaba sarf ettiğini gösteriyor. ‘Elysium’ kimi zaman bir lounge albümü kadar durulaşıyor örneğin (Leaving, Requiem in Denim and Leopard Skin); üstelik ‘Yes’in elde ettiği mainstream başarıyı sürdürmek gibi bir kaygı da gütmüyor. Şarkılarda işlenen temalar önceki PSB albümlerinden tanıdık; popstarların ego savaşları (Ego Music), yeni bir ilişki öncesi duyulan kaygılar (Give it a Go) ve ‘yaş alma’ (Invisible) gibi PSB’nin pek sevdiği gündelik hayata dair konulara rastlamak mümkün ‘Elysium’da. ‘Winner’ ise tüm dinginliğine rağmen albümün hit potansiyeli barındıran en dikkat çekici kaydı olarak öne çıkıyor. Velhasıl kendini yormadan sevdiriyor ‘Elysium’; sonbahar playlistleri için biçilmiş kaftan.

XOXO The Mag | 10.12





Kerem Görsev Trio - 8 Kasım Fulya Sanat Merkezi Konseri

Kerem Görsev Trio | Photo: http://www.tdreklam.com

Dün Kerem Görsev Trio konserini izlemek için kaku.revolution'da birlikte çaldığımız Eren Karacaoğlu ile birlikte Fulya Sanat Merkezine gittik. Konserden önce, konser sırasında ve konserden sonra müzik, müzisyenlik ve sanat konularında var olan düşüncelerimizi bir üst kademeye taşıyarak, bol bol beslendiğimizi çok rahatlıkla söyleyebilirim. Kerem Görsev Trio ile ilgili söylenecek çok şey var; zira caz müziği konusunda yeterli donanıma sahip olmadığım için bu yazı romantik bir yazı olacak. Sadece hissettiğim şeyleri barındıran, müziği anlatan bir saygı duruşu olacak.

Kerem Görsev Trio; Ferit Odman, Kağan Yıldız ve tabi Kerem Görsev'den oluşuyor. Dün konserden sonra "aynı frekansta olma" düşüncesi üzerine yaşamın kendi içindeki insan hallerinden müziğe doğru giden bir muhabbetimiz oldu. Dün o konsere uzaydan dünyevi işlerle hiç alakası olmayan bir canlı gelse aynı frekansta olan üç adamın farkında olurdu. Sahnedeki müzisyenlerin hem birbirleri, hem de dinleyici ile arasındaki iletişim, en az kusursuz çalınan bir şarkı kadar önemlidir. Müzisyenler, enstrümanlarından sadece ses üretimine katkı sağlarlarsa, o sesin dünya üzerinde hiçbir etkisi olmaz. O sese duygu katmak ve kattığı duyguyu hem diğer müzisyenlerle, hem de dinleyenlerle paylaşması gerekir. Bu paylaşım ise, sadece insanlarla kurulan sıcak ve samimi iletişimde gizlidir. Kerem Görsev Trio bunu o kadar dengeli ve güzel yaptı ki; tek kelimeyle muazzamdı. Şarkı esnasında birbirlerine samimi ve içten gülümsemeleri, pas atmaları, o sesleri, duyguları paylaşmaları tek kelimeyle saygıya değerdi. Her iki şarkıda bir Kerem Görsev'in eline mikrofonu alıp dinleyenlerle kısa muhabbetler yapması, Kağan Yıldız ve Ferit Odman'ı haklı olarak öve öve bitirememesi çok ayrı parantezler açılıp, saygı duyulacak bir şeydi. 

Indie ve rock müzik formundaki davulcuların keskin, yumuşak kenarları olmayan davulcularına alıştığımız için bir caz davulcusunu canlı izlemek bana çok şey kattı. Şarkının kendi iç yapısına göre davulu bu kadar güzel kullanan Ferit Odman gözümde çok üst kademe yerlere yerleşmiştir. Bundan sonraki hayatımda bu konularla ilgili bir muhabbetin içinde bulursam adını sık sık anacağım. Şarkı içinde o gerçek hissiyatı yaratmak için seri bir şekilde baget değiştirdi. Bazen bagetleri bırakıp eliyle ritm tuttu. Kasnak ve bagetleri bir arada kullanarak şarkıya eşlik ettiği kısımlar çok iyidi. Ayrıca, şarkılar hareketli giderken hızlı ama yumuşak geçişleri çok kıvamında yapması çok etkileyiciydi.

Kağan Yıldız ise gördüğüm, dinlediğim en iyi basçılardan biridir. O kadar iyidir ki; bir şarkıda hala nasıl çaldığını anlamadığım bir şekilde müthiş bir solo atıyordu; ve şarkı devam ederken Kerem Görsev bir anda piyanosunun başından kalktı ve önünde eğildi. Şarkı bittiğinde ise "Kağan benim bestemi benden daha iyi çaldı." diyerek onu tebrik etti. Kağan Yıldız'ın bu reaksiyon karşısındaki şaşkın ve mütevazi görüntüsü ise gözümün önünden hiç gitmiyor. 

Dün gece konserde en etkilendiğim eserler Respect ve V8'di. Kerem Görsev, Ferit Odman ve Kağan Yıldız gerçekten çok değerli müzisyenlerdir. Bu ülkede müzikle dinleyici ya da müzisyen olarak ilgilenen insanların bilmesi, tanıması gereken isimler olduğuna inanıyorum. Hep müzikle kalsınlar. 

Dün geceki güzel konser, imzalı cd'lerimiz ve yazıda detaylı anlatamadığım kadar derin düşünceler için teşekkürler... 

* * *

Kerem Görsev - NTV Çalışma Odam (Kerem Görsev'i daha yakından tanımak(sevmek) için... )


Sonraki Konser: Fatih Erkoç & Kerem Görsev Trio | Biletix