New Yorklu Indie grubumuz The Strokes, Mart sonuna doğru yayımlayacağı yeni albümünden bir parça paylaştı.
The Strokes, One Way Trigger adlı parçayla, bu sefer 80'lerden A-ha'ya da göz kırparak yeni albüm öncesinde bizi inceden bir titretip, heveslendirdi.
Merakla devamını bekliyoruz...
27 Ocak 2013 Pazar
25 Ocak 2013 Cuma
Mogwai - "Les Revenants"
"Anlamıyorsunuz beni. Belki de anladığınız şeyleri hemen unutuyorsunuz." diyerek bağırıyorum. "Kimin umurunda senin düşüncelerin!" bakışlarınız ile beni müthiş bir Zidane şutu ile uzaklara fırlatıyorsunuz.
Ah bu İskoçya sokaklarındaki yüzü dalgalı insanlar. Nereden geliyorlar kim bilir? Bisikletim ile ilerliyorum; sokaklarda aralarından hızlıca geçerek... Şu an yaşanan zaman dışındaki geçmiş ya da gelecek kelimelerini hafızamdan sildim. Onlardan birini elimde sandığımda çoktan beni terk edip gitmişti. Diğeri ise hep boş ümitlerle doluydu. Vazgeçtim ikisinden de... Sadece ilerliyorum. Sokakları, insanları gözlüyorum. Bazen notlar alıyorum. Güzel bir rampa bulursam bisiklet ile kendimi rüzgâra bırakıp, martılarla yarışıyorum. İşte o an koyu mavi görünüyor dünya.
Les Revenants Cafe'nin önünden geçerken 175 cm boylarında bir kadın görüyorum. Gri montu, bordo eşarbı ile uyumsuzluğunu ilan eden güzel bir kadın. Onu takip ediyorum. Bisikletten inip, yavaşça arkasından gidiyorum. Gri montunun cebinden bir şeyler çıkartıp konteynere attı. Konteynerin yanına gidip baktığımda, kredi kartı slipleri ve MP3 Playerını attığını gördüm. Çöpe elimi daldırıp, MP3 Playerı aldım. Kulaklığı ve ekranı parçalanmıştı. Kendi kulaklığımı alıp taktığımda kendimi müziğe bırakarak kadının gittiği yolun zıttına doğru gitmeye karar verdim.
Tekrer Les Revenants Cafe'nin önüne geldiğimde kirli sakallı, sarhoş bir adam elinde telefon ile gözyaşlarına boğulmuşken bir anda kahkahalarla gülmeye başladı. Bisikleti kenara çekip bir yandan MP3 Playerdaki şarkıyı dinlemeye çalıştım. Bir yandan da adamı uzaktan takip etmeye... Şarkı öylesine güzel ki; adamın tüm hareketlerine fon müziği yapıyordu. Çok güzel bir piyano, çok güzel bir melodi ile akıp gidiyordu. Aynı adamın telefonla konuşurken gösterdiği reaksiyonlar gibi zıt karakterliydi şarkı. Çünkü adamın ağlarken gülmesi gibi sert davullar o piyanoya eşlik ediyordu. Şarkı bittiğinde kulağıma tek gelen adamın telefondaki konuştuğu kişiye "Hungry Face" diyerek bağırıp, yüzüne telefona kapatmasıydı. Adamın sinirli bakışları üzerime döndüğünde bisikletime atlayıp yavaşça uzaklaştım.
İskoçya sokaklarında "Jaguar" marka bir arabaya rastlarsınız arabanın sahibinin yazar olma ihtimali vardır. Eskiden bir kitapta okumuştum. Hangi kitap olduğunu hatırlamıyorum. Burada ne kadar Jaguar kullanan varsa hepsi bankacı ya da muhasebeci gibi ciddi adamlar. Hiçbiri yazara benzemiyor. Geçen hafta Dominic Aitchison ile Dušan Kovačević'in Profesyonel isimli oyununa gittik. Oradaki karakterlerden sekreter Marta şöyle diyor "...yalnız çok tuhaf biri. Görseniz bir yazara da benzemiyor." diyor. Teodor ise "O zaman mutlaka bir yazardır. Bugünlerde herkes bir şey yazıyor ama kimse yazara benzemiyor. Ne kadar yazara benzemezsen o kadar kitap yazıyorsun." diyerek diyaloğu devam ettiriyor. İşte Teodor'un bahsettiği adamların çoğu bu Jaguar'lara biniyor.
Buranın en güzel sokağından geçiyorum. Bu sokakta eskilerden kalma kocaman taştan bir harabe ev var. Biraz masraf yapılsa çok güzel bir yapı olabilir. Duvarında "The Huts" yazıyor. Muhtemelen bu yazıyı akşam buraya gelip şarap içip, dans eden adamlar yapmıştır. Bir keresinde onlara eşlik etmiştim. Dışarısı oldukça soğuktu. Buz gibi bir karadut şarabı ile doğaçlama şarkılar söylemiştik. Ben pek sevmediğim için katılmadım ama ara sıra benimle bisiklet gezintilerine çıkan Martin Bulloch o akşam fena halde için dans etmişti. Kendi eğlendiği gibi bizi de komik danslarıyla eğlendirmişti. The Huts'ın olduğu sokağın bir ucundan girdiğinizde denizi görmeye ve pedal çevirdikçe denizden ziyade bulutlara doğru yükseldiğinizi hissediyorsunuz. Kulağımdaki MP3 Player'dan kendi kendine hiç düzenini bozmadan çalan elektrik gitar ve yine üzerinde küçük yürüyüşler yapan iki sevgili gibi piyanolar... Şarkının ritmiyle yaklaşıyorum denize doğru ya da buluta doğru. Yükseldiğim an!
"Kill Jester" sahillerine indiğimde bisikletimi bir direğe bağlayıp denize en yakın duran banka gidip uzandım. Kulaklığın bir tanesini çıkarttım. Sol kulağıma pan yaptığımda denizin, kıyıya vurduğu anın sesi sağ kulağıma pan yaptığımda ise yaylıların ağır ağır anlattığı bir hikayeye eşlik eden rüzgâr kadar güzel piyanolar. Müzik ve doğa ile derin bir sohbet içindeyiz.
Bankta yatarken havada uçuşup, önüme düşen gazeteyi elime aldım. Tarih kısmı yırtılmış, resimler bir çamura bulanmış, yazıların mürekkebi akmış. Gazete dışında her şey olabilirdi. O uçuşan şeyin ne olduğuna üzerindeki yazıları biraz okumaya gayret edince anladım. Televizyon yazıyordu bir köşesinde. Biraz altındaki resmin altında mahkeme kararı ile ağırlaştırılmış müebbet yazıyordu. Herhalde biri çok büyük suç işlemiş. Dünyadaki adalet sistemi mükemmel olduğundan müebbetlik bir şey olmadığından emin oldum sadece... Gazete o kadar sıkıcı geldi ki çöp kutusuna atmak için ayağa kalktım. Atmadan evvel okunabilen tek manşetine baktım. "This Messiah Needs Watching"
Bisiklete atlıyorum. Hızlı bir şekilde pedallıyorum. Nabzım yükselirken etrafı hızla süzüyorum. Kafamı sola çevirip dükkanlara bakıyorum. Gri montlu kızı camında "Whisky Time" yazan bir bistroda tek başına oturmuş yemek yerken gördüm. Bisikletin frenlerine asılıp bistronun önüne bisikleti bağlayıp içeri girdim. Hemen yanındaki masaya oturdum. "Special N" isminde bilmediğim bir şeyler sipariş edip garsonu masamdan uzaklaştırdım. Bistroda kulağımdaki MP3 Playerdaki müziğe çok benzeyen bir şarkı çalıyordu. Yine yaylılar, gitarlar ve piyanoya eşlik eden sakin bir davul. İştahım iyice açılmıştı. Gri montlu kızla göz göze gelmemek için çok çaba sarf ettim Fakat pek başarılı olamadım. Ona baktığımı anladığında masasından kalkıp yanıma geldi. Masama oturmak istediğini söyledi. "Tabi ki" diyerek masama oturmasına izin verdim. Bisikletimi beğendiğini söyledi. Beni daha önce Les Revenants Cafe'nin orda da gördüğünü söyledi. Garson siparişimi masama getirdi. Garsonun gömleğinin üzerinde ismi yazıyordu. Garsonun ismi John Cummings. Gri montlu kıza bir şey isteyip, istemediğini sordum. Kırmızı şarap istediğini söyledi. Garson siparişi getirmek için uzaklaştığında gri montunu çıkartıp, sandalyeye astı. Üzerinde krem rengi bir elbise vardı. Kolları dirseklerine kadar açıktı. Kolunun iç kısmındaki dövmesi vardı; üzerinde "Releative Hysteria" yazıyordu. Bistrodaki müzik ninni gibi esmeye başladı üzerimizde. Kızın krem rengi elbisesi ve kolundaki dövmesiyle büyülenmiş bir haldeydim. O anda söylediğim sözlerin bir anlamı olup, olmadığını tartamıyordum. Çalan şarkı her yanımı uyuşturmuştu. Garson geldiğinde "hanımefendi için "Fridge Magic" şarabından açtık." dedi. Şarabı tadıp uygun olduğunu söyledim. Halbuki şaraptan hiç anlamadığımı söylemeliydim ama söyleyemedim.
Gri montlu kız şarabını yudumlarken nereli olduğunu sordum. "Portekiz(Portugal)" dedi. Fernando Pessoa'yı sevip sevmediğini sordum. Bir düzine övgü dolu cümle kurdu. Artık onun frekansındaydım. Algılarımızın kilitlendiği noktada bu frekansının bozulmasının imkan yoktu. Çantamdan Fernando Pessoa kitabını çıkartıp masaya koydum. Beyaz teniyle iç içe geçen kırmızı ojeli elleriyle kitabı eline alıp, bir sayfa çevirdi. Okumaya başladı;
Kimseye ait olmamak...
Kendime bile!
Bir yokluğun peşinde
ve ona ulaşma isteği içinde!
Onu dikkatlice takip ettim. Sayfalarını çevirdiği kitabı okur gibi yapıyordu sadece. Bu şiir o kitapta yok. Ezbere, hiç hatasız Fernando Pessoa'yı okumuştu. Bistroda çalan müziğin ağır ritmi ile kendim için yeni başlangıçlar ve yeni sonlar diledim.
"Eagle Tax" etiketli montunu üzerine tekrar giydi. Ayağa kalktı. Elini uzattı ve kapıdan çıkıp gitti. Ben ise Fernando Pessoa ile karşılıklı şarap içmeye devam ettim. "Ey farklı kadın, hiç düşündün mü senin bana, benim sana nasıl da görünmez olduğumuzu?...."
Garsondan hesabı istedim. Hızlıca ödemeyi gerçekleştirip masadan kalktım. Yemek, müzikler ve içkilere göre oldukça ucuz bir yer olduğunu söyleyebilirim. Duvarında eski bir aile resmi var. Kısmen dömiklasik bir mekan burası. Yemekleri ise mekanın görüntüsüne nazaran daha "Modern" olduğunu söyleyebilirim. İnanılmaz lezzetli. O duvardaki aile resminin altında "What Are They Doing In Heaven Today?" yazıyordu. Garsona dönüp bunun nedenini soracakken aklıma gri montlu kız geldi. Hızla dışarı çıkıp, bisikletime atladım. Sokakları tek tek geçiyorum. Bir yandan da yine, kulağımdaki kırık MP3 Playerdan aynı şarkıları dinlmeye devam ediyorum. "Wizard Motor" reklam tabelalarının arasından bir sürü insan kalabalığı gördüm. Bisikletle tabelaları geçtiğimde. Yeşillikler içindeki parkın içinde gitarlarıyla etrafındaki dinleyenlere güzel hayaller kurdurtan sokak müzisyenleri var. Bisikletimle kalabalığa ve müziğe doğru yaklaştım. Gri montlu kızında orada olduğunu görünce hiç düşünmeden yanına yaklaştım. Hiç ses yapmadan yanında durdum. Gri montlu kızda hiçbir şey demeden yüzüme bakıp, sessizce seyretti. Sonra koluma girip, öylece şarkının ritmiyle hafiften sallanmaya başladı. Sağ tarafımdaki gençten bir çocuk arkadaşına dönüp. "Sayın Barry Burns... Evde tıkılıp, Oblomov olmak üzereyken benimle gelmekle ne iyi yaptınız değil mi?" dedi.
Gri montlu kız kolumdan tutup beni kendine çevirdi. "Zaman doldu artık. Tanışalım. Adın?" dedi. "Stuart Braithwaite" dedim ve ekledim "Bu kırık MP3 Playerda çalan şarkılar kime ait?"
"MOGWAI"
Seloteyp:
Gruplar,
Haber,
Mogwai,
Slide,
Yeni Albüm
24 Ocak 2013 Perşembe
The Mars Volta dağıldı!
Grup üyelerinden Cedric Bixler-Zavala bugün yaptığı açıklamayla, artık grubun bir parçası olmadığını duyurdu. Böylece iki kişiden oluşan grup, resmi olmamakla beraber bugün itibariyle dağılmış oldu.
twitter.com/cedricbixler
twitter.com/cedricbixler_
twitter.com/cedricbixler
twitter.com/cedricbixler_
23 Ocak 2013 Çarşamba
Konser: Çarşamba'dan Pazar'a Neler Var?
Halimden Konan Anlar |
Bu haftaki konser takviminin baya yoğun ve güzel olduğunu fark edince anlık paylaşımda bulunalım dedik. Bu hafta Bülent Ortaçgil'den, Yüzyüzeyken Konuşuruz'a; Halimden Konan Anlar'dan Ceyl'an Ertem'e geniş bir konser takvimi var.
Yerli müzisyenleri yalnız bırakmak olmaz. Gidelim, dinleyelim, sevelim, paylaşalım.
23 Ocak - Çarşamba:
- Melek / KÖK | Peyote
- Asmalı Showcase: Ricochet / Halimden Konan Anlar / ÇGS | Babylon
- Ceyl'an Ertem - Sezen Aksu Tribute | Beyoğlu Hayal Kahvesi
- Ayşe Tütüncü | Alt
24 Ocak - Perşembe
- ÇGS / Feza | Peyote
- The Ringo Jets | Babylon
- Yüzyüzeyken Konuşuruz | Beyoğlu Hayal Kahvesi
- Ceyl'an Ertem | BİOS BAR (İzmir)
-
25 Ocak - Cuma
- Bülent Ortaçgil | Karşıyaka Opera ve Tiyatro Sahnesi (İzmir)
- Redd | Bronx
- Balina / Chopstick Suicide | Peyote
26 Ocak - Cumartesi
- Bülent Ortaçgil | Matina 216
- Babazula - Murat Yılmazyıldırım | Bronx
- Selen Gülün - Kadınlar Matinesi | Alt
- Replikas - Peyote
- Balina / Chopstick Suicide | Peyote Eskişehir
27 Ocak - Pazar
~ Oh çok yorulduk. Yatıp, dinlenelim günü... ~
Seloteyp:
23 Ocak,
24 Ocak,
25 Ocak,
Asmalı Showcase,
Babylon,
Bir Baba Konser,
Bronx,
Bülent Ortaçgil,
Ceylan Ertem,
Etkinlik,
Halimden Konan Anlar,
Peyote,
Replikas,
Selen Gülün,
Slide
22 Ocak 2013 Salı
Mika tekrar geliyor!
Beyrut doğumlu İngiliz müzisyen MIKA, 2010 yılının ardından 17 Mart Pazar günü tekrar ülkemize geliyor!
17 Mart gecesi Maçka Küçükçiftlik Park'ta tekrar ülkemizi ziyaret edecek olan Mika konserinin indirimli ön satışları bugün itibariyle başladı.
Tam - 80.00 TL
Öğrenci - 50.00 TL
Cartoon Bar Fight: Yönetilemeyen Potansiyel
Kaç gündür kendime "Yahu arkadaş, ben bunları birilerine benzetiyorum ama kime?" sorusunu sormaktan bir hal oldum. Valla ama! Yaklaşık 1 haftadır dinliyorum grubu, 1 haftanın ilk birkaç günü grubu keşfetmeye gitse , kaldı mı 5? 3 gün de kimi benzetiyorum diye geçse, kaldı mı 2? 2 gündür bu grubu başka bir gruba benzeterek dinliyorum. Bu grup kim mi? Eisley. Grupta sağlam bir Eisley etkisi var. Kim bilir, bu zamana kadar hiç Eisley dinlememiş bile olabilirler, ama benziyor işte. Yapacak bir şey yok. Hatta Eisley'in son EP'leri olan Deep Space'deki kafa karışıklığına bizzat sahipler. O kadar benziyorlar işte.
Bazı gruplar vardır ki gerçekten inanılmaz bir müzikal potansiyele sahip olur. Bu potansiyel, bazen grubu güneşli bir güne ulaştırabilirken, bazen de bir uçurumun kenarıa yuvarlayabilir. Güç, yani bu yazıdaki referansıyla potansiyel, insanda akıl tutulması yaratabilir. Bu da sizi bilinmeyen bir uçurumun kenarına kadar getirebilir. Dolayısıyla potansiyele sahip olmaktan çok potansiyeli iyi yönetmek daha doğru bir yaklaşımdır çoğu zaman. "Cartoon Bar Fight" da böyle bir grup işte. Ciddi bir potansiyele sahip olup, ancak bu potansiyeli tam olarak yönetemeyen bir grup. Sadece yönetemiyorlar, daha doğrusu bazı şarkılarda yönetebilirken bazı şarkılarda bir o kadar da başı boşluk içerisine giriyorlar. Potansiyelli ancak kesinlikle kafası karışık bir grup "Cartoon Bar Fight".
Öncelikle çok farklı müzik dallarından etkileniyorlar. Bu da grubun kafasını yeterince karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Grup, aslına bakarsanız köken olarak Indie sularından beslense de, çok fazla etkileşim yaşadığı için bazı noktalarda indie'den uzaklaşmakta. Alternatif rock, yer yer post rock tınıları, yer yer saykodelik partisyonlar ve dahası. Ne ararsanız var! Bu uzaklaşma bazen grup adına iyi bir sonuç verirken, bazen grubu uçurumun kenarına kadar sürüklüyor. İşte benim de tam olarak anlamadığım bu. Bir grupta potansiyel varsa, neden böyle denemelere ya da zorlamalara girer ki! Yaptığın güzel bir iş var arkadaş, bastır tüm paranı o işe. Niye böyle riskler alıyorsun?Alıyorlar işte.
Şimdi bu denemelerden birisi, grubun debut albümüne adı veren şarkı "Reincarnate" de saklı. Akustik gitar notalarıyla başlayan şarkı, bir aşamadan sonra saykodelik bir hal alıyor. Ama öylesine güzel bir saykodelik bir hal ki bu, resmen grup 60'lara saygı duruşunda bulunuyor. Yanlış duymadıysam, şarkı güzel bir hammond melodisi ile sizi uğurlamakta. Sonrasında grubun A1 şarkısı olan "Dear Victoria" yine grubun tüm yeteneğini indie üzerinden ortaya çıkardığı, oldukça ve oldukça güzel melodileri barındıran bir şarkı. Hatta bu ayın mixtape'inde bu şarkı şimdiden kendine yer edindi. Aynı zamanda, adını şimdi zikretmediğim 2-3 tane bu şekilde farklı formlardan beselenen şarkılar mevcut. Şimdi sen böyle bir müzik yapabilirken, bir anda yine aynı yöntemi izleyerek durumu aleyhine çevirebiliyorsun ve bunun için cidden uğraşıyorsun. Çaba sarf ediyorsun. Edep yahu!
Potansiyelli bir grup, nasıl da düzenlemelerle ve gereksiz arayışlarla bu hale gelirin örneğidir "Cartoon Bar Fight". Ama her ne olursa olsun, yapmış oldukları güzel şarkılarla da dinlenmeyi sonuna kadar haketmekteler. Her ne kadar gereksiz arayışların grubu olsa da "Cartoon Bar Fight", kesinlikle ve kesinlikle zaman ayrılması gereken, şarkılarına kulak verilmesi gereken bir grup.
Esenlikle kalınız.
Bazı gruplar vardır ki gerçekten inanılmaz bir müzikal potansiyele sahip olur. Bu potansiyel, bazen grubu güneşli bir güne ulaştırabilirken, bazen de bir uçurumun kenarıa yuvarlayabilir. Güç, yani bu yazıdaki referansıyla potansiyel, insanda akıl tutulması yaratabilir. Bu da sizi bilinmeyen bir uçurumun kenarına kadar getirebilir. Dolayısıyla potansiyele sahip olmaktan çok potansiyeli iyi yönetmek daha doğru bir yaklaşımdır çoğu zaman. "Cartoon Bar Fight" da böyle bir grup işte. Ciddi bir potansiyele sahip olup, ancak bu potansiyeli tam olarak yönetemeyen bir grup. Sadece yönetemiyorlar, daha doğrusu bazı şarkılarda yönetebilirken bazı şarkılarda bir o kadar da başı boşluk içerisine giriyorlar. Potansiyelli ancak kesinlikle kafası karışık bir grup "Cartoon Bar Fight".
Öncelikle çok farklı müzik dallarından etkileniyorlar. Bu da grubun kafasını yeterince karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Grup, aslına bakarsanız köken olarak Indie sularından beslense de, çok fazla etkileşim yaşadığı için bazı noktalarda indie'den uzaklaşmakta. Alternatif rock, yer yer post rock tınıları, yer yer saykodelik partisyonlar ve dahası. Ne ararsanız var! Bu uzaklaşma bazen grup adına iyi bir sonuç verirken, bazen grubu uçurumun kenarına kadar sürüklüyor. İşte benim de tam olarak anlamadığım bu. Bir grupta potansiyel varsa, neden böyle denemelere ya da zorlamalara girer ki! Yaptığın güzel bir iş var arkadaş, bastır tüm paranı o işe. Niye böyle riskler alıyorsun?Alıyorlar işte.
Şimdi bu denemelerden birisi, grubun debut albümüne adı veren şarkı "Reincarnate" de saklı. Akustik gitar notalarıyla başlayan şarkı, bir aşamadan sonra saykodelik bir hal alıyor. Ama öylesine güzel bir saykodelik bir hal ki bu, resmen grup 60'lara saygı duruşunda bulunuyor. Yanlış duymadıysam, şarkı güzel bir hammond melodisi ile sizi uğurlamakta. Sonrasında grubun A1 şarkısı olan "Dear Victoria" yine grubun tüm yeteneğini indie üzerinden ortaya çıkardığı, oldukça ve oldukça güzel melodileri barındıran bir şarkı. Hatta bu ayın mixtape'inde bu şarkı şimdiden kendine yer edindi. Aynı zamanda, adını şimdi zikretmediğim 2-3 tane bu şekilde farklı formlardan beselenen şarkılar mevcut. Şimdi sen böyle bir müzik yapabilirken, bir anda yine aynı yöntemi izleyerek durumu aleyhine çevirebiliyorsun ve bunun için cidden uğraşıyorsun. Çaba sarf ediyorsun. Edep yahu!
Potansiyelli bir grup, nasıl da düzenlemelerle ve gereksiz arayışlarla bu hale gelirin örneğidir "Cartoon Bar Fight". Ama her ne olursa olsun, yapmış oldukları güzel şarkılarla da dinlenmeyi sonuna kadar haketmekteler. Her ne kadar gereksiz arayışların grubu olsa da "Cartoon Bar Fight", kesinlikle ve kesinlikle zaman ayrılması gereken, şarkılarına kulak verilmesi gereken bir grup.
Esenlikle kalınız.
18 Ocak 2013 Cuma
Albüm | Diamond Rings - Free Dimensional
Diamond Rings – Free Dimensional
Astralwerks
‘Special Affections’ın ardından
bir süre ortalarda görünmeyen Kanada çıkışlı John O’Regan, ‘Free Dimensional’
ile 80’lerin synth-pop sularında yüzüyor. Müzisyenin The D’urbervilles
günlerinin izini süren debutun takipçisi ‘Free Dimensional’da bizi karşılayan
adeta bir Y jenerasyon Philip Oakey diyebiliriz. Karanlık atmosferi ve O’Regan’ın
Ian Curtis’i andıran vokalleriyle ‘Everything Speaks’ sakin bir şekilde albümün
açılışını yaparken, partiyi başlatanlar Diamond Rings’in egosunu okşadığı ‘I’m
Just Me’, ‘I Know What I’m Made Of’ ve ‘Stand My Ground’ gibi narsist kayıtlar.
Az önce saydıklarımızın yanı sıra yeni single ‘Runaway Love’ ve ‘Hand Over My
Heart’ gibi 80’lerin synth-popuna fazlasıyla öykünen parçalar da yine albümün
temposunu yüksek tutan çalışmalardan. Dolayısıyla ne O’Regan’dan, ne de
prodüktör koltuğunda oturan Damian Taylor’dan duymaya alışık olmadığımız kadar
mutlu ve kendiyle barışık bir albüm ‘Free Dimensional’. Post-punk kökenlerini bıraktığı
yerde unutmaması durumunda müzisyenin ‘multidimensional’ bir üçüncü albüm
kotarma potansiyeli de epey yüksek.
(Bu yazı, XOXO The Mag Aralık'12 sayısında yayımlanmıştır.)
12 Ocak 2013 Cumartesi
Albüm | Brian Eno - Lux
2005 tarihli ‘Another Day On
Earth’ü saymazsak kariyerinin neredeyse son yirmi yılını tamamıyla ambient kompozisyonlara
ayıran Brian Eno, yeni albümle geleneği bozmuyor. Albümle kronolojik olarak
numaralandırılan aynı ada sahip dört kaydın yer aldığı ‘Lux’de, Eno’nun geleneği
yücelten özgünlükte bir tavır sergilediğini söylemek ise bir hayli güç. Ambient,
müzisyenin de dediği üzere background music olması açısından dinleyici
tarafından rahatlıkla duymazdan gelinebilme riskine sahip bir tür. Fakat söz
konusu ‘Music For Airports’ ve ‘Apollo’ gibi kullanılan enstrümanlar bazında elektronik
kökenli olan, minimalist kompozisyonlarıyla
yüksek etki gücüne sahip albümler olduğunda bu durum etkileyici bir müzikal
şölene dönüşerek değişebiliyor. Referans noktası yine Eno’nun ta kendisi
olmasına rağmen ‘Lux’ için iyimser yorumlarda bulunabilmek biraz zor. Zira
müzisyenin önceki albümlerinde sıkça rastladığımız elektronik enstrümanların
yerini alan piyano ve keman tınıları dahi ‘Lux’ü tekdüzelikten kurtarıp
dinleyiciyi içine çekmeyi başaramıyor. Eno gibi yaratıcılığın sınırlarını
zorlayan bir ismin dinleyicinin ruhani algılarını harekete geçirebilmesi adına sert
nota vuruşlarını takip eden uzun soluklu ara sükunetlerden fazlasına ihtiyacı
olmalı.
(Bu yazı, XOXO The Mag Aralık'12 sayısında yayımlanmıştır.)
9 Ocak 2013 Çarşamba
2012: Duvarın Arkasından Gelen Sesler
İlhan Mimaroğlu |
Bir ilâç çıkmış. Yutarsam yalnız iyi şeyleri hatırlayacağım. Özgeçmiş yazarken belki işime yarar diye o ilâcı edinmeyi düşündümse de çok geçmeden caydım. Geçmişe karışmış iyi şeyin iyiliği kalır mı ki? / İLHAN MİMAROĞLU - Geldim Gördüm Geçtim Gittim, Syf: 239
Bir yıl öncesine gittiğimizde çok fazla kanatlanmadan, Franz Kafka'nın Prag'dan ayrılamaması gibi yine belli isimlerin/grupların etrafından hiç ayrılamadığımızı anladık. O isimlerin üzerinden tekrar geçmek isteriz.
Geçen sene bu listeyi Hakan Orman'a ithaf etmiştik. Bu sene ikincisini oluşturduğumuz listeye, bu sene kaybettiğimiz İlhan Mimaroğlu'nun ismini veriyoruz. Ne iyi insanlar, ne iyi müzisyenler... İyi ki var olmuşlar oksijen tüketmekten başka bir şey yapmadığımız dünyamızda...
Listedeki sıralamanın hiçbir kriteri ve önemi yok. Ayrıca sanatsal faaliyetlerin, düşüncelerin neyini, neden sıralayalım? Öyle bir filtreleme yok. Müzik yapıyoruz, müzik dinliyoruz, müzik yazıyoruz...
Herkesin 1.sırada olduğu;
İlhan MİMAROĞLU Listesi (A YÜZÜ) :
Herkesin 1.sırada olduğu;
İlhan MİMAROĞLU Listesi (A YÜZÜ) :
1) ARS LONGA - Dinle: Soundcloud // Ars Longa'nın geri dönmesi bence yılın en özel olaylarından biriydi. Bu geri dönüşün şerefine Ars Longa'yı listenin özel konuğu yapıyoruz.
1) YORA - Dinle: Soundcloud // "Gün Sözleri" albümü Türkiye'de olması gerektiği gibi, devamı da gelmesi gereken bir albümdür. Yora, 2012'de en çok dinlediğimiz yerli gruplardan biridir. Işık Lekesi'ni üzerimizde bıraktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
1) MUTRİB: Dinle: Soundcloud // Bu ülkedeki müzisyenlerin en büyük problemi kendileri olamamalarıdır. Mutrib bu düşüncedeki müzisyenlere karşı gerçek düşüncenin ispatıdır. Müziğin amacının gerçekten içinden gelen o kutsal müziği yapmak olduğunu anlayamayanlara güzel bir cevaptır.
1) BUBİTUZAK: Dinle: Myspace // Çilekeş'in Histeri Çalışmaları evrimi nereye varacak diye merak ediyorduk. O evrim kendi içinde moleküllere mi ayrıldı, bu da evrimin bir parçası mı henüz anlayamadık. Zira, Bubituzak diye bir şey var. Kulaç ile albüme giden yolun sinyalini çakmışlardı. Çok beğendik, çok sevdik.
1) DRAMA: Dinle: Soundcloud // Müzik yolunda bu sene çok çalıştılar, çok koşturdular. Kayıtlar , konserler vs. Bir bilgi almadık ama 2013'de daha büyük atılımlar bekliyoruz. Geçen senede bu listedeydiler. Yine bu listede olmaları gerektiğine kanaat getirdik. Onlar şikayet edene kadar burada kalacaklarını teyit ederiz.
1) CHANGE OF PLANS: Dinle: Soundcloud // Change of Plans'in de çok özel bir grup olduğuna dair derin hissiyatlarımız var. Önümüzdeki sene bu hissiyatlarımızı daha derin bir şekilde işleyeceğiz.
1) ON YOUR HORIZON: Dinle: Soundcloud // Yeni EP haberiyle 2012'yi güzelleştirmişlerdi. Listenin olmazsa olmazı.
İlhan MİMAROĞLU Listesi (B YÜZÜ) :
1) KORHAN FUTACI VE KARA ORKESTRA: Bir Baba Indie yazarları olarak bir araya gelsek, sabaha kadar konuşup, çıkmazlara gireceğimiz tek gruptur sanırım. O bizi heyecanlandıran duyguları ifade edememe sorunu yaşıyoruz. KFKO sadece bu sene bizim için tek kelimeyle değil, mayalar müsaade ettikçe dinleyeceğimiz ender gruplardandır.
1) CEYL'AN ERTEM: Blog'da çok bahsetmemiş olabiliriz ama uzun uzun dinlediğimiz, keyif aldığımız Ütopyalar Güzeldir'i bu listeye koymamak olmazdı.
1) KIRIKA: İçimizdeki o gavur rakı ağacının tek sebebi olduklarından dolayı kendilerini kutlama mahiyetinde listeye aldık. Teşekkürler Kırıka...
1) JEHAN BARBUR: Sarı albümü 2012'de dinlediğimiz en naif albümdü. Eskiden ve Bülent Ortaçgil şarkısı olan Dalyan Deltası çok ayrı ve güzel şeyler hissettirdi bize...
1) EDİZ HAFIZOĞLU: 2012'de en çok dikkatimizi çeken müzisyen oldu. Bu listede Ediz Hafızoğlu gibi müzisyenlere her zaman yer olacaktır.
1) FLÖRT: Anadolu Beat albümü ile bir çok şey anımsattı bizlere. Dijitalleşmenin yapaylaşmaya ittiği hayatlarımıza çok güzel göndermeler yaptılar. Kayıt türüyle, şarkı sözleriyle, klipleriyle onların gitmeye çalıştığı yoldaki çabalarının takdir edilmesi gerektiği kanısındayız. Güzel düşüncelere sahip bu adamları her zaman sevip, korumamız, yüceltmemiz lazım.
1) MOR VE ÖTESİ: 2012 tam biterken beklediğimiz güneşin hikayesini anlatan bir albüm ile karşımıza çıktılar. Mor ve Ötesi'ne ayrı bir yazıda değerlendirme yapmak istiyoruz. Buradaki yorum bir giriş mahiyetinde olsun. Çünkü; Mor ve Ötesi'nin şahsen benim hayatımda özel bir yeri vardır. Dünya Yalan Söylüyor albümündeki o kırılım garip bir şekilde yükseliş ve alçalış moduna sokmuştu. Büyük Düşler'de eskiye özlem vardı. Güneşi Beklerken'de ise Mor ve Ötesi bize "Bizimde eskiye dair özlemlerimiz var ama Güneşi Beklerken'i bir kez dinleyin" diyerek bize bence kendi kariyerlerinin en iyi albümlerini sundular. Daha detaylı analizi paylaşacağız; zira o özlenen Mor ve Ötesi bu listede olmalıydı. Öyle de oldu.
1) ASFALT DÜNYA: Her biri ayrı ayrı yetenekli adamlardan oluşan adamlardan oluşan Asfalt Dünya, ikinci albümleri Büyük Yollar ile bizlere 2012'ye dair hatırlanacak bir şeyler bıraktı. Devam eden yıllarda da sık sık hatırlayacağımız için bu listeye koymadan edemedik.
1) GENÇ OSMAN: Mavi Sakal'dan bildiğimiz, sevdiğimiz Genç Osman bize Gökyüzü Masmavi diye bir hatırlatmada bulunmak için geri döndü. Sahi kaosun içinde gökyüzünün rengini unutmuştuk. Bize bunu hatırlatan Genç Osman'ı da listeye dahil ediyoruz.
1) REPLİKAS: Replikas'ın bu listede olması tamamen kendi insiyatifimdir. Biz Burada Yok İken albümü yeni şarkılar bekleyen dinleyiciyi ters köşeye yatırdı. Neyse ki albüm güzel olunca kimsenin doğrudan bir itiraz olmadı. Bir Baba Indie olarak 2012'de en unutamayacağımız olay Replikas ile aramızda yaşanan diyalogdur. Özgürce yazı yazmanın kutsallığına inanırken, özgürlüğün "Profesyonel" çizgiler ile çizildiği ortamların varlığından haberdar olduk. Bir Baba Indie kendi halinde bir müzik blogudur. Ne daha fazlasıdır, ne de daha eksiği... Bir Baba Indie yazarları olarak inandığımız şeyleri yazmaya devam edeceğiz. Bu yüzden bu inandığımız değerler ile tüm kırgınlıklarımızdan sıyrılıp, objektif olarak baktığımızda, bu albümün bu listede olması gerektiğine karar verdik.
***
Son olarak geçen sene belirttiğimiz gibi bunlar sadece bizim her gün bir kere dinlediğimiz isimler... Bu listenin, özellikle A Yüzü'nün çok daha büyümesi, gelişmesi lazım. Burada bize düşen görevin bir benzeri sizlere de düşüyor. O yüzden bizim unuttuğumuz, göremediğimiz isimler varsa mutlaka paylaşınız. Bizim kapalı olan gözlerimizi açınız.
Hiçbir şeyi kurtaramayabiliriz, çözemeyebiliriz ama çok güzel müzikler dinleyebiliriz. Belki de yapabileceğimiz en iyi ve en doğru şey bu.
Seloteyp:
2012,
Ars Longa,
Asfalt Dünya,
Bubituzak,
Ceylan Ertem,
Change of Plans,
Drama,
Ediz Hafızoğlu,
Flört,
Genç Osman,
Haberler,
İlhan Mimaroğlu,
Jehan Barbur,
KFKO,
Kırıka,
Mutrb,
On Your Horizon,
Slide,
Yora
8 Ocak 2013 Salı
Bir Baba Indie 2012'de bunları dinledi!
Bir Baba Indie gururla sunar!
Other Lives - Other Lives (2009) | Blog
The Envy Corps. - It Culls You (2011) | Blog
Lost In The Trees - A Church That Fits Our Needs (2012) | Blog
Calexico - Algiers (2012) | Blog
The Maccabees - Given to the Wild (2012) | Blog
Balmorhea - Stranger (2012) | Dinle
The Vaccines - Come of Age (2012) | Blog
Your Hand In Mine - Every Night Dreams (2008) | Blog
The Honey Trees - Wake The Earth (2009) | Blog
I Might Be Wrong - Circle The Yes (2009) | Blog
Cat Power - Sun (2012) | Blog
Mumford & Sons - Babel (2012) | Dinle
The Pineapple Thief - All The Wars (2012) | Blog
Ormonde - Machine (2012) | Blog
Hannah Cohen - Child Bride (2012) | Blog
ME - Another Story High (2012) | Blog
Cocoon - Where The Oceans End (2010) | Dinle
Brice Randall Bickford - Brice Randall Bickford (2011) | Blog
*Yerli grupların listesi ve geçtiğimiz yılın karma mixi de geliyor!
7 Ocak 2013 Pazartesi
Trapped Mice: Sokak Kirliliği
2012'nin bana sunduğu özel ve güzel gruplardan bir tanesidir Trapped Mice. Yakın zamanda "2012'de neler dinledik?" adında yapacağımız özel dosyada da yer alacak gruplardan da bir tanesidir. Bizim "2012'de neler dinledik?" anlayışımız da bir garip...
Her neyse, konuyu dağıtmadan sizlere Trapped Mice'ın neden özel ve güzel grup olduğunu belirtmek istiyorum. T.M sokak müzisyenlerinin taşıdığı ruhu barındırıyor... Özgür, kendilerini sınırlara koymayan, müziğin sokak halini notalarına taşıyan bir grup. Solist detonelerine rağmen inatla bağrıyor, acısını ya da neyse derdini en içten haliyle bizlere sunuyor. Arkadaki çellist bazen nota kaçırıyor, ama sokağın samimiyetiyle ve gürültüsüyle durumu kotarıyor. Şarkı hüzünlü başlarken, sonralarında bir coşku yumağına dönüşebiliyor. Sokağın ritmini, huzurunu ve huzursuzluğuna Trapped Mice'ta çok 'rahat' hissedebilirsiniz.
Hayatla dertleri olan bir grup Trapped Mice. Şarkılarında, notalarında, albüm kapaklarında ya da liriklerinde sokağın getirdiği samimiyetle hayatla olan dertlerini anlatmaktan çekinmiyorlar. Savaşa da, bombalara da, hayat koşuşturmacısına da yine sokağın dinamikleriyle cevap veriyorlar.
Hayatla dertleri olan bir grup Trapped Mice. Şarkılarında, notalarında, albüm kapaklarında ya da liriklerinde sokağın getirdiği samimiyetle hayatla olan dertlerini anlatmaktan çekinmiyorlar. Savaşa da, bombalara da, hayat koşuşturmacısına da yine sokağın dinamikleriyle cevap veriyorlar.
Trapped Mice'da garip bir kirlilik var. Şarkılarını dinlediğinizde net bir şekilde bu 'kirliliği' hissedebilirsiniz. Bu kirlilik bazen müzikal bir tercih sebebiyken bazense grubun yaptığı müzikten bağımsız, taşıdıkları o sokak ruhunun bir sonucu olarak çıkan kirlilik. Hani melodilere işlemiş, bir alışkanlık haline gelmiş bir kirlilik. Neutral Milk Hotel'den bu kirliliğe aşina olabilirsiniz, ancak Trapped Mice, Neutral Milk Hotel'a göre daha aydınlık. Hatta Balkan esintili, yer yer Gypsy kokan bir anlayışa sahip. Buğusu var. The Devil Wandered In bir rakı sofrasına çok rahat eşlik edebilecek niteliksel özelliklere sahip.
Trapped Mice'ın bir diğer önemli ve güzel özelliği ise, bu aralar dinlediğim çoğu grup için de söylemekten grubun çekinmediğim çoğul enstrümantal yapısı. Çello, Obua gibi enstrümanlarla yaptıkları güzel notaları zenginleştirmişler. Bu bahsetmeye çalıştırdığım kirliliği daha da görünür kılıyor. The Devil Wandered In, The Quiet Place gibi şarkılar bu çoğul enstrüman yapısıyla bazen daha da enerjik bir hale gelebiliyor. The Quiet Place softcore başlayan bir şarkı, bir anda Post rock sularında gezinebiliyor. Güzel yaklaşımlar bunlar...
Trapped Mice 2012'de müziğin en kirli haliydi kuşkusuz ve bir o kadar da benim notalarımdı- önce Lost in the Trees tabii-.
Severek dinlemeniz dileğiyle..
4 Ocak 2013 Cuma
Ars Longa'dan "Bir Son"
Türk Indie sahnesinin sevdiğimiz gruplarından Ars Longa, bir çırpıda bitirip ardımızda bıraktığımız 2012 için "son bir" parça hediye etmiş bizlere.
Bu yıl, umarız herkes için güzel başlangıçlar ve sonlara gebe olur.
Bu yıl, umarız herkes için güzel başlangıçlar ve sonlara gebe olur.
3 Ocak 2013 Perşembe
Bir Baba Indie Mix: "Aralık 2012"
Sizlerden gelen olumlu tepkiler doğrultusunda bugüne kadar devamlılık sağlamaya gayret ettiğimiz, dünyanın en basit, en saf ama en güzel duygu ifade etme yöntemlerinden olan "şarkı paylaşma" hadisesi ile birlikte, 1 yıldır sevdiğimiz şarkıları da sizlerle paylaşıyoruz. Umarız aynı çalışkanlıkla da devam ederiz.
Herkese keyifli, müzik dolu mutlu bir yıl dileriz!
Diğer mix'ler için: 8tracks.com/birbabaindie
Playlist:
01. Lost In The Trees - Red
02. Trapped Mice - The Devil Wandered In
03. Sarah Jaffe - Clementine
04. The Head and The Heart - Down in the Walley
05. The Swell Season - The Verb
06. Sleep Party People - I'm Not Human At All
07. Johnny Marr - The Messenger
08. Song Sparrow Research - Sound of Summer
09. Our Last Hope Lost Hope - Godsstation
* Fotoğraf, her zaman ki gibi Gizem Satıroğlu'ndan. Kıps. ;)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)